28 Ağustos 2018 Salı

İkna

İkna'yı ilk bitirdiğim zamanı hatırlıyorum da lise son sınıftaydım. Kış saati uygulamasından dolayı biz okuldan çıkarken hava zifiri karanlık oluyordu. Minibüste yer bulacak kadar şanslı bir gündü, kitapta da son sayfalardaydım. Minibüs gerçekten seveninin olup olmadığını bilmediğim biraz ürkütücü renkli ışıklarını yakmıştı. (Stüdyoda romantik anlar...) Sonlara doğru gözlerim bir kelimeden ötekine sonra yanındakine derken hızlı bir koşu kopartmıştı. O zaman Yüzbaşı Wentworth'ün mektubundan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. 


Şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir kitapta (Jane Austen Kitap Kulübü ya da Jane Austen'in Kayıp Anıları) bu kitabın ikinci şansı hak eden herkese ithaf olunduğundan söz ediliyordu. Kitabın filminin adı da İkinci Şans. Şimdi "Ben yüzbaşının yerinde olsam ikinci şansı verebilir miydim bilemiyorum gururum buna izin verir miydi?" diyeceğim siz de gerçek aşktan falan dem vurup tezimi çürüteceksiniz o yüzden bu bahsi kapatıyorum.

Jane Austen'in karakterleri arasında Anne Elliot'u hep kendime yakın bulmuşumdur. Onun da herkesin mutluluğu için kendinden taviz vermesi gerektiği gibi akıl almaz bir görüşü var. Bilin bakalım başka kim böyle düşünüyor. 

Kitabı hızlıca özet geçeceğim şimdi. kemerlerinizi bağlayınız rica ederim, kalkışa geçiyoruz. 

Elliot'lar soylu bir ailedirler. Anne Elliot, 8 yıl önce fazla parası pulu olmayan ama başarılarından ötürü komutanlığa terfi ettirilen Frederick Wentworth'e aşık olur. Evlilik teklifi yapılır, kabul edilir fakat bu anlaşma Elliot gururuna takılır. Anne, Lady Russel (Anne'in annesinin arkadaşı ve komşuları) ve ailenin diğer üyeleri tarafından bu evliliğin her iki taraf içinde kazançlı olmadığına ikna edilir. Gençler ayrılır. Yüzbaşı Wentworth denizlere gider, Anne Elliot ise 8 yıl sürecek bir sessizliğe mahkum olur. Bu sırada evlilik teklifleri alsa da kabul etmez. 8 yıl sonra Yüzbaşı Wentworth hatırı sayılır bir servet yapmış olarak şehre döner ve olaylar gelişir. 

Başkasına akıl vermeyi kendine hak gören insanlar beni hep korkutmuştur. Bu öz güven Balkanlardan sorgusuz sualsiz gelen soğuk hava dalgasından bile münasebetsiz. Bu insanlar sonradan verdikleri akıllar olumsuz sonuçlara yol açsa da kendilerinde kusur bulmaya yanaşmazlar. Hata yapmaktan korkanlarsa bu insanlara güveniverirler çünkü deneyimin gücüne inanırlar. İnsanlar hata yaparak öğrenir, zeki insanlar ise başkalarının hatalarından ders çıkarır derler. Karışık Kaset romanında yazar diyor ki aslında zeki olduklarından değil korkak olduklarından dolayı başkalarının hatalarından ders çıkarmayı uygun görüyor bu insanlar. 

Ben bu kitapta olsaydım eğer Yüzbaşı Wentworth'ün Anne'e yazıdğı mektubu verebilmek için unutmuşum bahanesiyle geri dönüp aldığı eldivenler olurdum.

Kitapta altını çizdiğim pek çok yer var ama sadece bir şeyden bahsetmek istiyorum. Jane Austen neşeli bir ruh halini "Tanrı'nın en seçme armağanı" olarak adlandırıyor ve o kadar haklı ki değinmeden geçemedim. 

Madem laf lafı açıyor, kitapta her şeyin açığa kavuşturulmasını sağlayan tartışmanın fitilini bir de ben ateşleyeyim. Sizce sevdiği insanı erkekler mi daha çabuk unutur kadınlar mı? Anne Elliot erkeklerin daha çabuk unutacağını savunuyor. Ama bunun cinsiyetle alakası var mı bilmiyorum kim daha az seviyorsa sevgisinden daha çok söz ediyordur. Ay bi dk romanlar karıştı. Hoop konu yine geldi mi Bay Knigtley'ye.


Not: Kitabın biri 1995 biri 2007 yapımı iki filmi var ben ikisini de sevdim arz ederim.

1995


2007


27 Ağustos 2018 Pazartesi

Mansfield Park

Mansfield Park Türkçeye Umut Parkı olarak çevrilmiş. Neden bu adı uygun gördüler acaba? Umut derken ne kastediliyor? Fanny'nin Edmund'a olan umudu mu yoksa Edmund'ın Mary'ye olan umudu mu? Şimdi düşününce aslında kitapta pek çok "umut" var. Fanny'nin Edmund'ın Mary'nin gerçek yüzünü anlayacağına dair umudu, Edmund'un Mary'nin özündeki iyi insanı ortaya çıkartacağına dair umudu, Henry'nin Fanny'ye dair umudu, Sir Thomas'ın Fanny'nin parlak geleceğine dair umudu, Price'ların Bertram'lara yönelik umudu... Umutlar bir tek bu kitapta mı var sanki derseniz beni hemen ikna edersiniz. Yine de bu kitaba Umut Parkı adının verilmesine başka bir açıklama bulamıyorum. Sizin bir açıklamanız varsa beni aydınlatın her mihnet kabulüm yeter ki mantık eksilmesin penceremden.


Konuyu hızlıca özet geçiyorum. (Yazı spoiler içerebilir sonra bana içerlemeyin) Price'lar sosyoekonomik bakımdan düşük seviyede ve çok çocuklu bir ailedirler. Fanny'nin teyzesi ise zengin bir beyefendiyle evlidir. Bu aileden Price'ların bir çocuğunun bakımını üstlenmesi istenir. Fanny ailesinin yanından alınır ve Mansfield parka gönderilir. Orada ona kötü davranılmaz fakat kuzenleriyle de eşit bir konumda değildir. Fanny'nin kuzeni Edmund Bertram Fanny'ye bi ağabey gibi davranır ve aralarında kuvvetli bir bağ oluşur. Ve yıllar geçtikçe yeni komşular, yeni arkadaşlıklar, evin çocuklarının evlilik çağına gelmesi vs derken olaylar gelişir. 

Austenzede ile aa o ordan mı geliyormuş kuşağında bugün: Kitaptaki Fanny'nin ikinci teyzesinin ismi olan Bayan Norris J. K. Rowling tarafından Harry Potter kitabında Mr Filch'in kedisine verilmiştir. Karakterin huysuz olması sebebiyle J.K. Rowling'in bu adı uygun gördüğü söyleniyor. Düşününce gerçekten de uygun bir isim hatta direkt Mr Filch'e bile verilebilirdi. İki karakter de "haddini bilmeyen" insanlardan hoşlanmıyor ve gençler bir hata yaptığında en ağır şekilde cezalandırılmaları gerektiğini düşünüyor. Mr Filch'de bu kulaklardan duvara çivilenmek olarak kendini gösterirken Bayan Norris'de ise yaz kış soğuk odada oturmak olarak vücut buluyor. Austenzede ile aa o ordan mı geliyormuş kuşağını dinlediniz.

Kendini bir yere ait hissetmek benim hayatta en çok zorlandığım şeylerden biri. Mesela liseye ait hissetmem tam 4 yıl sürmüştü gerçi lise o zamana kadar bitmişti aman neyse canım. Fanny acaba kendini bir yere ait hissedebiliyor muydu merak ediyorum? Ailesini sonradan görmeye gittiğinde ona hiç tepki göstermedikleri kısımda kitabın içine girip hepsini teker teker sarsmak istedim ama tabii sonradan kendimi toparlayıp olgun bir insan olduğumu kulağıma fısıldadım ve satırları okumaya devam ettim yoğ kitabı kapatıp koltuğa fırlatmadım.

Jane Austen'in -Anne Eliot hariç- karakterlerinin kararlarından bu kadar emin olabilmeleri beni mest ediyor. Jane Austen'in de bir evlilik teklifini önce kabul edip ertesi gün reddettiği biliniyor. Acaba karakterlerine bu sebeple mi kesin kararlar verdirtiyor ve bu kararlar olumlu sonuçlanıyor beni düşündürüyor. (Olumlu sonuçlanmak diye kestirip attığım şey de Bay Darcy ile evlenmek :D) Lizzy'nin yerinden olsam Collins'in teklifini reddedebilir miydim bilmiyorum. Sonuçta tüm aile kurtulacaktı bu evlilikle. Fanny'ye hiç değinmiyorum ben bile bir ara Henry'ye karşı yelkenleri suya indiriyordum vallahi, Fanny dirayetli çıktı. Ben aman eniştemi sevindireceğim kuzenlerim gibi olmayacağım diye ucuz kahramanlık falan yapmaya kalkar sonrada el elde baş başta kalakalırdım! Gerçi Henry kendini bile kandırdı beni mi kandıramayacak ya neyse.

Gelelim Mary'ye. Kitaptaki Mary'nin Bertram kardeşlerden hangisine aşık olacağına karar vermeye çalıştığı kısma çok güldüm. Ve duygularımız üzerinde ne kadar hakimiyetimiz var merak ettim. Jane Austen'in bir sözü geldi akabinde aklıma "Zaten birini sevmemeye karar verdiysek her zaman geçerli bir sebep buluruz." yani tam olarak böyle değilse de bunun gibi bir şeydi. Mary'nin ilk görüşte tüm mirasın kalacağı büyük çocuğa abayı yakması zaten Tom'un erdemli kişilik özelliklerinden değil de ne!

Kitapta tam Fanny ile Edmund'ın konuştuğu ve Fanny'nin duygularını dizginlemeye çalıştığı bir sohbet esnasında dışarıdan geçen bir arabanın teybinde son ses "Aşkını bir sır gibi senelerdir saklarım." çalıyordu ve saat 01.05 idi. Bu aralar böyle küçük rastlantılar yaşıyorum ve bu çok hoşuma gidiyor ya da deliriyorum ama siz bana aldırmayın. 

Ben böyle daldan dala atlıyorum ama umarım sıkılmadınız. Sesim mi yankılanıyor yoksa yazının bu kısmına kısmına kadar kimse dayanamadı mı? Tamam sizi bıraktım ben devam ediyorum birinin kahraman olması gerek dostlarım!

Kitapta okuyunca beni güldüren cümlelerden birini de şuraya eklemeyi boynuma bir borç bilirim. Bayan Norris diyor ki (Böyle yazınca da sanki sünnet davetiyesi okuyormuşum gibi geldi Oğlumuz Eymen Berat Efe diyor kijashjds ay kendi kendime iyi güldüm içimden.) "Genç bir insanın bütün gün kanepelerde yatıp durması ayıptır, çok ayıp!" Ben bu satırları okurken Allahtan yatağımda oturuyordum aranızda bu yazıyı kanepede oturarak okuyan varsa hemen kalksın ve bu ayıptan kendini korusun rica ederim. 

Bu arada ben bu kitapta olsaydım Fanny'ye çalışma ve dinlenme yeri olarak verilen odadaki şömine olurdum Bayan Norris'in yanmasına izin vermediği.
Altını çizdiğim satırları da ekleyip yazıya son vereceğim. 

"Evlilik bir düzen dolap meselesi." (İnstagram'daki son derece becerikli yeni gelinlerin tek bir toz zerresinin bile misafir olmasına izin vermeyecekleri düzenli mutfak dolapları geldi de aklıma Jane Austen'e hak verdim. İnceyi kaptınız mı?)

"Kenardan bakıp da pireyi deve yapan seyirciler aslında evlenenlerden daha çok yanılırlar." (Bu beni üzer)

"Bencilliği ne yapıp yapıp bağışlamak gerekir, çünkü tedavisi yoktur." (Genelde ben o kişileri beynimde sarsma yöntemini daha çok kullanıyorum ama bu da denenebilir.)

"Ne var ki bütün acı ilaçlar gibi bu da bir an kötü bir tat bırakacak ağızda, sonra yutulacak ve unutulacak." (KPSS puanımdan bahsediyor.)

Not: Kitabın 1999 ve 2007 yapımı iki filmi var ben 1999 yapımını daha çok sevdim arz ederim.


         

(1999)

   

(2007)
                        
                                

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Aşk ve Gurur ve Burçlar



Yıllardır buralardayım ama ilk defa birisi bana bir yazı fikri ile ilgili mesaj attı. Ben de şimdi o kişiye fazlasıyla gecikmiş bir cevap veriyorum. Öncelikle teşekkür ediyorum ve ardından bu kadar geç yazabildiğim için özür diliyorum. Anlayacağınız bu yazı fikri bana ait değil ben de neler yazacağım merak ediyorum.


Öncelikle belirtmeliyim ki burçlar hakkında bildiğim tek şey boğa burcu olmam. Twitter'dan da öğrendiğim iki şey var ikizler burcu kötüdür balık burcu duygusal. Hal böyle olunca yazının arka sekmesinde bir astroloji sayfasının açık olduğunu tahmin etmek sizin için çok da zor olmaz diye düşünüyorum. Yararlandığım sayfanın linkini şuraya bırakıyorum. Baştan söyleyeyim eğer aranızda burçları iyi bilen biri varsa fikirlerini benimle paylaşsın çünkü şu an zihnim boş a4 kağıt gibi ya da a3. İşte geliyor, Austenzede gururla sunar: Aşk ve Gurur ve Burçlar...

Elizabeth Bennet/Koç
Okuduğum kadarıyla Lizzy tam bir koç. Sitede koç burçları eleştirmeyi ve hoşlanmadığı şeyleri dile getirmeyi sever diyor. Bu cümleyi okuyunca karar verdim Lizzy'nin bir koç olduğuna. Olumlu yanlarda da engelleri aşabilme yetisi diyor toplumsal normları yıkıp geçtiler daha ne olsun. Zaten ben Lizzy'yi tanımayıp sadece Bay Darcy ile evlendiğini bile bilsem koç gibi kız maşallah derdim.

Bay Darcy/Boğa
Bay Darcy'ye boğa burcu dersem bana güler misiniz bilmiyorum. Ama boğa erkeğinin özelliklerinde "karşı cins tarafından oldukça beğenilir"i görünce duramadım yapıştırdım, affedin. Bu burcu seçmemde tabii ki "para sahibi olur" yorumunun etkisi yok onu da nereden çıkardınız.

Bay Wickham/İkizler
Daha önce de söylediğim gibi ikizler burcu hakkında hiç iyi konuşulduğunu duymadım. Hatta bugün bir İnstagram postunda Burçların Şerefsizlik Oranı tablosunda ikizler %200 idi. Sitede de güvenilmez, dedikoducu ve havai yazıyor, yanılıyor olamam. Bu yazıyı okuyan ikizler burçları varsa olumlu yanlarda sempatik, konuşkan, canlı da yazıyor bana kızmayın bu arada en yakın arkadaşımın ikizler burcu olduğunu söylemiş miydim söylemediysem tekrarlayayım en yakın arkadaşım ikizler burcu, en yakın.

Jane Bennet/Balık
Balık iyi niyetlidir Jane de iyi niyetlidir o zaman Jane balıktır.

Bay Bingley/Yengeç
Burçlardan anlayan arkadaşlarımla sohbet ederken yengeç erkeğiiiğ dediklerinde gözlerinden kalpler çıktığını hatırlıyorum. Bu sebeple arkadaşlarımdan aldığım ve sitede yazanların verdiği yetkiye dayanarak (sempatik, nazik, İYİ EŞ, züppe) Bay Bingley'i yengeç ilan ediyorum. 

Lady Catherine De Bourgh/Aslan
Merhaba aslanlar, dedikodu yapmak gibi olmasın ama bu site sizden pek olumlu bahsetmiyor benden duymuş olmayın ama dostunuz olarak bilgi paylaşımı yapayım dedim. Otorite, diktatör, zorba, züppe, şaşaya düşkünlük... Oklar kimi gösteriyor dersiniz? Bir de yalnızca Bay Collins'in görebildiği özellikleri de yazmışlar hayret bir şey: yüce gönüllülük, cömertlik, üstünlük, iyi organizasyon...



Bay Bennet/Başak
Analizcilik, esprili konuşma(Bayan Bennet'ın zavallı sinirleri ile ilgili söylediklerini hangimiz unutabildik?), hesap kafası- işgüzar(Önce "cool" yapıp Bay Bingley'i en önce görmeye gitmeler vs.) aşırı tenkitçi(Bayan Bennet'la tüm roman boyunca aynı fikirde olduğumuz tek konu Bay Bennet'ın kızlarına aptal demesinin saçmalığı! Bu konuda çok doluyum Bayan Bennet olsa da dertleşsek keşke)...

Bayan Bennet/Akrep
Ay vallahi akrep!

Lydia/Aslan
Canlı, enerjik, neşeli, para biriktiremeyen savruk. Orada bir yerde bir de aşırı EVLİ olacaktı ama hadi o da benim siteye katkım olsun.

Kitty/Yengeç
Hassas, zayıf karakterli, değişken duygular. Kitapta başta Kitty'nin Lydia'nın etkisinde kaldığını görüyoruz ama o hayatından çıkınca ablalarının yönlendirmesiyle iyi huylu bir kıza dönüştüğünü söylüyor Jane Austen. Halk içinde nereye çeksen oraya gelir tabir ettiğimiz duruma karşılık geliyor bu da. Ben yengeç diyorum son kararım.

Georgiana/Terazi
Küçüklüğümden beri hatırlıyorum biri terazi burcu demeye görsün herkes hep bir ağızdan "dengesiz" derdi. Aa burçlarla ilgili 4 şey biliyormuşum yanılmışım Gryffindor'a 5 puan. Tesir altında kalma(Bay Wickham!!), güzellik(aile geleneği), güzel sanatlara yetenek(Ah Caroline olsaydı beraberce yeteneğini överdik Bay Darcy'ye söyleyelim de mektubunda ona bu beğenimizden bahsetsin!), zarafet, incelik, alımlılık falan zaten bunları biliyoruz Caroline bile hemfikir.

Caroline/Akrep
Kindar, kıskanç, cazibeli, benmerkezci, güçlü, güçlü sezgiler (ki Bay Darcy'nin Lizzy'ye olan ilgisini Bay Darcy'den önce fark etmişti zat-ı şahaneleri). Nasıl akrep demeyeyim ben şimdi.

Mary Bennet/Oğlak
Sitede şöyle yazıyor bilgiye önem verir stop çevresine duvar örer kendi önüne engeller koyar stop. 

Charlotte Lucas/Yay
Karşı cinsle olan ilişkilerde önce arkadaşlığa ve dostluğa önem verir diyor ve sadık bir partner olur. Şarlıtcığım zaten romantik değildir ve hiç olmamıştır ben demiyorum vallahi kendi söylüyor.

Bay Collins/Kova
Umulmadık gariplikler(Lady Catherine'in pencerelerinin maliyetini bilmek), olmayacak hayaller(Önce Jane'in sonra Lizzy'nin evlenme teklifini kabul edeceği fikri), kendini beğenmişlik... Ben ikna oldum. Alınmasın diye birkaç iyi özellik de yazayım bari mucit, entelektüel, hümanist, dost vs. vs.


İşte benim düşüncelerim bunlar siz ne düşünüyorsunuz astrolojiyi öğreneli 10 dk falan oluyor siz yine de bana çok güvenmeyin. Büyük olasılıkla yarın unuturum tüm bildiklerimi. Benim boğa burcu olmam hariç onu arkadaş ortamında söylerim diye hep içimden tekrar ediyorum. İç konuşmam genelde şöyle oluyor "Austenzede sen boğa burcusun ve boğa burçları yemek yemeyi sever okey?)

Not: Bu burçlara çok da güvenmeyelim yüzümüze gülüp arkamızdan konuşuyo olabilirler. Olumsuz yanlar dallanıp budaklanıyorken olumlu yanlar hepsinde aynı. Ben yine kendi bildiğimden şaşmayayım herkes kendini kurtarır olan bana olur. Balık iyidir ikizler kötü ben boğayım





16 Ağustos 2018 Perşembe

Toplama Kişilik

Merhaba...
Günlük Yazmak ile ilgili yazıma yorum yapan bir okuyucuya bu yazıyı dün yazacağımı söylemiştim ama araya beni çok etkileyen bir film girince dayanamayıp onu yazdım.  Birkaç saatten bir şey olmaz bence. Hala 16'sı farz edebiliriz.
Yorumda benim günlüklerime nasıl kıydığım soruluyordu. (Yazıyı okumayanlar için küçüklükten beri tuttuğum günlükler çöpe atmamı anlatıyorum yazıda.) Aslında onları attıktan sonra hiç pişman olmadım ve sonrasında da olmayacağımı düşünüyorum.
Geçenlerde bir Youtuber'ın röportajını izliyordum. Röportajda küçükken önce Harry Potter'ı çok sevdiği için Harry'ye özendiğini ve onun gibi davrandığını biraz büyüyünce Chuck dizisindeki Chuck karakteri ile aynı durumu yaşadığını ve bunun yeni bir şeyler izledikçe böyle devam ettiğini aslında oradan buradan toplama bir kişilik olduğunu söyledi. Bu cümleleri duyunca bende bir rahatlama oldu tabii. Çünkü ben de gerçekten böyle hissediyorum toplama bilgisayar gibi. Günlüklerimde İpek Ongun'un Bir Genç Kızın Gizli Defteri'ni okuduğum yıllarda "Serra gibi"  yazmışım, Hermione'ye imrenip onun gibi davranmaya çalışmamdan söz dahi etmiyorum çünkü hemen aklınıza gelmiştir. Sonra o sayfaları takip ettiğim köşe yazarları gibi yazdığım yerler takip ediyor. Sonrasında Jane Austen'le tanışmam ve işte buradayız. Aslında tüm o kişileri kendimle harmanlayıp yeni bir kişilik mi tasarladım yoksa bu yolda kendimi mi kaybettim tam emin olamıyorum.
Aslında günlük yazarken kendimize karşı dürüst olabileceğimizi zannediyoruz ama bunu pekçok kişi başaramıyor. Ben de onlardan biriyim galiba. İnsan düşünebilen ve düşünebilmeyi de engelleyemeyen bir varlık aynı zamanda. Sadece kendimiz okuyacağımız bir şey ama yazıya dökerken kontrolünün elimizde olmadığını bildiğimiz düşüncelerimize istediğimiz biçimi verebilme kudreti başımızı döndürüyor olsa gerek. İşte bu sebeple günlükleri atmak benim için kolaydı çünkü orada yazan kişi olmadığımı kendim olma cesareti gösteremediğimi biliyorum. Gerçekten kendim olduğum sayfaları sakladım onu da söylemeden geçemeyeceğim.
Geçen gün izlediğim bir dizide insanın kendini tanıma süreci bir ömür sürer diyordu sanırım kendimi bulana kadar daha buralardayım bu da bir ömür sürecek demek oluyor.
Şu an bu toplama kişilikler kulübünde 2 kişiyiz. Aranızda böyle hisseden var mı ve bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yoksa bu normal bir şey mi aslında herkes öyle düşünüyor da birbirimize mi yalan söylüyoruz? Bana yazın lütfen.

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği

Dikkat dikkat herkes sığınaklara!
Çünkü izledikten sonra "Yüzümdeki bu buruk gülümseme biraz daha kalırsa insanlar hayatımda her şey yolunda gidiyor sanacak" diyeceğiniz bir film anlatacağım siz de sığınağınızda izlersiniz diye sizi oraya davet ettim umarım cüretimi mazur görürsünüz. (Burada sığınak herkese göre değişiyor. Odanız, telefonunuz, balkonunuz her yer olabilir. Film İkinci Dünya Savaşı ile bağlantılı olduğu için ben de hiç de komik olmayan bir atıf yapayım dedim gerçekten hiç de komik olmadı size de komik gelmemiştir zaten.)


Dünya Savaş'ları ile ilgili o kadar çok şey okuyup izledim ki bazen beni aniden o tarihlere bıraksalar o dakika hemşireliğe yazılırmışım hiç yabancılık çekmezmişim gibi geliyor. Ve evet KPSS de bu okumalara dahil. İnsanlık tarihini geçiştire geçiştire ezberliyoruz ama bizim aklımızda tutmak için saçma sapan kodlamalar yaptığımız şeyler böyle filmlerde tüm gerçekliğiyle tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Austenzede ile kamu spotu sona erdi. Oh sistem eleştirimizi de yaptık -bana kalmıştı çünkü- şimdi filme geçebiliriz. 


Film 2018 ABD, İngiltere, Fransa yapımı. Yönetmeni Mike Newell. IMDB puanı 7,3. 
Ana karakterimiz genç bir yazar ve dönemine göre düşündüklerini söylemekten imtina etmeyen biri. Nazi işgali altındaki bir adada yaşayan ve Edebiyat ve Patates Turtası Derneği ismini taktıkları bir kitap kulübünün üyesi birinden mektup alıyor yazarımız. Dernek ve mektubu yazan kişi ilgisini çekiyor yazarın ve atlayıp onların yanına gidiyor. Sonrasında sırlar, gerçekler, birtakım kalbinin sesini dinlemeler vs. vs. Filmi buraya kadar anlatacağım siz izleyip izlemeyeceğinize karar verirken ben dikkatimi çeken detaylara döküleceğim orada buluşalım. (Yazı spoiler içermeyecek fakat filmi izlemeye karar verdiyseniz ve en ufak bilgi bile sizi çılgına döndürebilecek düzeydeyse arkamdan ağır konuşmadan okumayı burada bırakınız aman yok beğ diyorsanız devam...)


Öncelikle filmde Jane Austen adı geçer geçmez (içimden) çığlık attığımı söylememden şaşkınlık duymayacağınızı farz ediyorum. Ama hemen kendimi toparlayıp her medeni ve aklı başında bir insan gibi filmimi izlemeye devam ettim ta ki Jane Austen'in cümleleri yankılanana kadar. O noktadan sonra da kendimi kaybetmememi beklememişsinizdir zaten. Filmde Northanger Manastırı romanını seçmiş olmaları beni ayrıca sevindirdi çünkü Northanger Manastırı da kitap okumak, kitap okumanın kazandırdıkları, roman ve diğer türler vs. hakkında olduğu için filme tam anlamıyla uyum sağlamıştı bence. Bu bile "Yeni Bir Film İzleyip Beğenmeme İhtimalini Göze Almaktansa Eski Sevdiklerimden Birini İzleyeyim Türündeki Filmler" listemde ikinci sıraya yerleşmesi için yeterli bir sebep.
Filmde kitapların insanları birleştirme gücünden bahsediyordu bir de. Bunu duymak çok hoşuma gitti ve kendime de biraz pay çıkarmış olabilirim. Evet belki çok kalabalık değiliz ama burada bu yazıyı okuyorsanız bu da kitapların bizi birleştirme gücünün bir göstergesi bence. Kitaplar en iyi dostlardır klişesi buradan geliyor sanırım belki kanlı canlı dost olamıyorlar ama en iyi dostları size getirdiği su götürmez bir gerçek!
Filmin dolambaçlı olmayışını da sevdim. Zaten bıktık artık acıların küçük ayrıntılarla katmerlenmesinden. Hayat çoğu zaman o kadar yanar dönerli de değil esasen bir acı yaşatacaksa da küt diye üzerinize bırakıyor dümdüz.
İşte böyle. Eğer dertlerinizle çok bunaldıysanız bu filmin size kitapların ellerinizi bırakmayıp uçurumdan düşmenize asla izin vermeyeceğini hatırlatmasına müsaade edin.
İyi geceler.

Not: Ben bu filmde olsaydım eğer Jane Austen romanının okunduğu salonun içindeki hava olurdum, kelimeler kitabı okuyan üyenin ağzından çıkar çıkmaz onları kucaklamak için bekleyen.
Bir not daha: İsola'ya ne oldu dersiniz? Uyumadan önce bunu düşüneceğim.
Yine not: Filmin bir kitaptan uyarlandığını film bittikten sonra öğrenmem ne acı kitabı önce okuyup hayal etmeyi çok isterdim.
Son not: Sizi buraya getiren neydi? Kitapların birleştirme gücü mü yoksa Twitter or something?


15 Ağustos 2018 Çarşamba

Günlük Tutmak

Merhaba...
Lisede bir edebiyat dersinde hoca "Günlük tutan var mı?" diye sorduğunda bilin bakalım koca sınıfta sadece kimin eli havadaydı. Yani aranızda hiç mi duygusal yok hepiniz mi akılcısınız bu nasıl lise diye içimden geçirdiğimi hatırlar gibiyim. Yüksek sesle de günlük tutmanın iyiliklerinden, harikalıklarından, muhteşemliklerinden, siz ne anlarsınızlıklarından  falan bahsedip günlük tutmayı savunduğumu hayal meyal hatırlıyorum. Oo lise sularına girdim hemen çıkayım. 
Günlük tutmanın avukatlığını böyle canhıraş üstlenmişken yaklaşık bir hafta önce bir anda bugüne kadar tuttuğum günlüklerin hepsini atmaya karar verdim. Tabii bunun 13 ile 23 yaş arasında dertlerimin asla değişmediği ve hala aynı şeylerden yakındığım gerçeğinin kafama dank etmesiyle hiçbir ilgisi yok. Annem de 30'lu yaşlarında atmış kendininkileri bizde aile geleneği galiba. Günlükleri atmaya karar vermişken son bir kez okuyup hepsini yırtayım bana da meşguliyet(!) olur dedim ve tüm defterleri koydum önüme. 


2006'dan beri yazdıklarım vardı ondan öncesinde de öğretmen zoruyla tuttuklarımız vardı onları atmışım sanırım. Anlayacağınız yazmayı öğrendiğimden beri bu işin içindeyim. (Aslında tam CV'ye yazmalık bilgi, profesyonel günlük tutucu.) 
Siz hiç geriye dönüp günlüklerini okur musunuz bilmiyorum ama ben okurken hem güldüm hem üzüldüm. Ama yine de kendime şunu sormadan edemedim bir insan neden günlüğüne "Sonra çimlere oturduk ama yapay çim olduğu için üstümüz kirlenmedi.(2006)" yazar :D Obsesiflik bebeğim!
Günlük yazmak sanırım o an için kıymetli bir şey sonrasında okumak için değil. Bir makalede okumuştum insan yaşadıklarını sonradan hatırlarken onları değiştiriyormuş zihninde yani her şeyi olduğu gibi hatırlamıyoruz. Günlük yazınca onlar yaşandığı gibi kalıyor ve o yaşta ne düşündüğünüzü ne yaşadığınızı nelere üzüldüğünüzü ayan beyan okumak biraz ürkütücü. Sanırım zihnimizin anıları değiştirmesine müsaade etmeliyiz. 
Günlüklerimi tekrar okumamın benim içim iyi yanları da oldu tabii. Süreç içerisinde daha az yazım yanlışı yapmaya başladığımı fark ettim ve şimdi daha rahat kabullenebildiğim empati kurabildiğim konularda eskiden çok da öyle olmadığımı fark ettim. Umarım bir 12 yıl daha sonra daha olumlu değişimler olur.
Son olarak günlüğümden bir alıntı yaparak yazıyı bitireceğim ben okurken çok güldüm hep yazdığım şeye hem bunu günlüğüme yazmamın saçmalığına! Ama bugünkü blog yazım tarzıma o kadar benziyor ki sizlerle paylaşmak istedim.

(Bu arada yıl 2006 falan ilkokuldayım :D)

Yazım yanlışlarını görünce ben!


Siz günlük tutar mısınız? Sonra o defterleri ne yaptınız? Geri dönüp okur musunuz? Beni merakta bırakmayınız. 







13 Ağustos 2018 Pazartesi

Duygu ve Duyarlılık

Kül ve Ateş... Akıl ve Tutku... Aşk ve Yaşam... Duygu ve Duyarlılık... Sağduyu ve Duyarlılık... 
Ve daha bir sürü şey...
Kitabın o kadar çok farklı isimle çevirisi mevcut ki Jane Austen okumaya ilk başladığım yıllarda kafam Zincirlikuyu metrobüs durağı iş çıkış saati gibi oluyordu. Ama şimdi bende taşlar yerine oturdu yani neredeyse. Jane Austen kitaba ilk olarak Elinor ve Marianne ismini vermiş sanırım en güzeli de o. Gerçi ben olsam kitaba ALBAY BRANDON ismini falan verirdim iyi ki bana sorulmamış. Benim okuduğum çeviride Elinor aşkını için için yanarak yaşarken yani külken Marianne aşkını daha şiddetli biçimde yaşıyor yani ateş diye düşünülerek bu ad konulmuş. 


Fark ettim ki bloga Jane Austen'in yalnızca 3 romanı ile ilgili yazı yazmışım diğer üçlüyü yazmamak bu bloga karşı ağır konuşmak olacağından hemen işe koyuldum. Şu sıralar kendimi mutlu etmek için Jane Austen'in tüm kitaplarını yayım sırasına göre yeniden okumaya karar verdim. En son 5 yıl evvel okumuştum bir de bu yaşımla okuyayım belki daha farklı olur dedim. Önceki seferde altını çizmediğim bir sürü satır çizdim. Herhalde 70 yaşıma kadar kitabı komple çizmiş olurum diye düşünüyorum. Evet yine gereksiz uzattım ağmaan dolar olmuş 7 lira ben bi' yazıyı uzatmışım çok mu?
Tamam tamam işte geliyor. Bilmem bilir misiniz özet yazmakta pek başarılı sayılmam. Kitabı bir anlatmaya başlarsam tamamını yazarım diye korkuyorum o sebeple üstten üstten geçeceğim. Ama tabi ki spoiler içerebilir. Türk kahvesinin köpüğünü hüpletip gerisini bırakacağım gibi düşünün çünkü o zevkli kısmın tadına yalnız kitabın tamamını okuyanlar varabilir.
Dashwood ailesi Norland'da yaşıyor. 3 kızları var Elinor, Marianne ve Margaret. Babaları ölünce ev üvey ağabeylerine (abi olarak mı yazılıyor karar veremedim ilk bilgilerime dayanarak yazıyorum değiştiyse karışmam) kalıyor. Ağabeyleri kızlara hatrı sayılır bir yardımda bulunacakken bir anda hop diye bunun çok gereksiz olduğuna kanaat getiriyor inanın bana bu kanaatte yengelerinin kocasına yaptığı 8 sayfalık konuşmanın hiç etkisi yok! Şaka bir yana hepimizin Fanny'den öğrenecekleri var. Keşke üniversitede bizim iletişim dersimize o girseydi :D Tabii biz daha iyi yürekli işler için kullanırdık bu akıl oyunlarını :D Harry Potter evreninde olsaydı zihinfend sanatında usta olurdu üzgünüm Severus xoxo. Hal böyleyken anneleri ve kızlar bir akrabalarının köy evine taşınıyorlar ve olaylar başlıyor.
Kitapta iki ana karakterimiz mevcut biri duyarlılığı ya da aklı temsil eden Elinor diğeri duyguyu ya da tutkuyu temsil eden Marianne gerçi romanın sonuna doğru çeşitli değişimler olsa da kabaca böyle tanımlayabiliriz. İlk okuduğumda Marianne'in duygularını açıkça yaşamayan insanlar hakkındaki keskin düşüncelerine anlam verememiştim ama bu okuyuşumda Marianne'e hak verdim. Yine de peşin hükümlü olmak kötü birisi. Gerçi onu Gurur ve Önyargı'da çok net görüyoruz. Austen'ın romanları birbirini destekliyor adeta. Tüm romanları okuyunca empati yeteneği kazanıyorsunuz :D
Hikaye bu kız kardeşler etrafında dönerken biz de duygular, duyguları yaşama biçimi, duyguların bizleri yanıltma gücü üzerinde düşünme fırsatı buluyoruz. 
3 tane de ana erkek karakterimiz var Edward Ferrars, Colonel Brandon ve Willoughby. Artık Willoughby ismini bakmadan yazabiliyorum Gryffindor'a 10 puan! Açık konuşmak gerekirse Edward Ferrars boğazına ekmek kaçsa sırtına vurmayacağım bir karakter bence, bi' vuracak bulunur elbet. Ama Albay Brandon söz konusu olursa 112'yi ararım sen beni tutamazsın yıldızlar tutamaz. 


Kitapta en sevdiğim kısım Willoughby'nin Marianne'le evlense de servetine konacağı kadının onun kabul edeceğini öğrendiği an. Jane Austen burada tarihin ilk Thug Life'ını yapıyor. En sinir olduğum ve dolar 7 lira olmasa neredeyse kitabı parçalayacağım kısım Willoughby'nin kendini aklama konuşması. Elinor ona nasıl hak verdi aklım almıyor. Ben okurken içimden çok ağır konuştum. Kitabın sonunda ne oluyor sen onlar haber ver derseniz biz hepimiz Albay Brandon tek! Sevenler sevdiğine kavuşuyor kötüler dımdızlak mutsuzluklarıyla kalakalıyor falan filan. Jane Austen'in Edward'ın evlilik teklifini yazmaya gerek görmeyişine çok güldüm itiraf et Jane sen de onu sevmiyorsun! 


Altını çizdiğim satırlardan bazılarını da ekleyerek yazıya son veriyorum bu arada ben bu kitapta olsaydım Elinor'la Albay Brandon'un evleneceğine dair yayılan asılsız dedikodu olurdum. Tüm kitap boyunca öyle olmasını istedim çünkü hem de kitabın sonunu bile bile!

-İnsanları tanıdıkça gerçekten sevebileceğim gibi bir erkeği ömür boyu bulamayacağıma inanır oluyorum. (Sevgili Marianne, aynı şey tersi durumda da mevcut yani erkekleri tanımayınca da. İyisi mi sen yine tanımaya çalışmaya devam et tünelin ucunda Brandon var.)
-Yazık ki bir işin insana güzel vakit geçirtmesi ille de doğru olması demek değildir. (Youtube'da vlog izlemekten bahsediyor herhalde.)
-Üzgün olduğunda sana benzemeyen herkesin mutlu olduğunu sanıyorsun. (Yazar burada beni anlatıyor.)
-Böyle bir konuda kimseye akıl vermem. Zaten siz de biliyorsunuz ki benim verdiğim akıl sizin isteklerinize uygun değilse bir kulağınızdan girer, öbür kulağınızdan çıkar. (Meheh)


Siz bu romanı okudunuz mu, ne düşünüyorsunuz, kimden nefret edip kimi göklere çıkardı gönlünüz? Yoksa eliniz bir türlü gitmedi mi okumaya. Romanın bir filmi bir mini dizisi var hatırladığım kadarıyla onlara da bir göz atabilirsiniz. Albay Brandon'ı Alan Rickman'ın yani namıdiğer Snape'in canlandırdığı yapım benim baş tacımdır onu da söyleyeyim ben size.

7 Ağustos 2018 Salı

Aşk Evliliği

Merhaba!

Birkaç sene evvel bu konu hakkındaki düşüncelerimin değişeceğini söyleselerdi onların yüzüne bakıp kahkaha atardım. İnanın bana bu hayatta başarılı olduğum pek az konu vardır ve kahkaha atmak o listede yok.
Konuya ortadan bodoslama girdim sanırım şimdi yavaş yavaş kıyıya geliyorum. Önceden mantık evliliği yapan insanları hep daha aklıselim insanlar olarak görürdüm ama şimdi düşünüyorum da aşk duygusunun etkisi altında değilken hiç kimsenin baskısı altında kalmadan evlenmeye karar vermek de ne bileyim affedersiniz serserilik. Ki aşk duygusunun muhatabının gözünü kör ettiği herkesçe bilinen bir gerçektir. 
Film replikleri paylaşan herhangi bir sayfaya bir kez olsun gözünüzün ucu değdiyse şu replikle muhakkak burun buruna gelmişsinizdir: "Evlenmek için delicesine aşık olmayı bekleyeceğim sanırım bu yüzden de evde kalacağım." Bu replik bana hep fazla romantik gelmişti ama şimdi anlıyorum ki Elizabeth'in cümlelerinden mantık akıyormuş.  


 (Kaynak: http://www.neokur.com/film/464/ask-ve-gurur/film-replikleri&inc=2789)

Bu zamana kadar sanatçılardan edebiyatçılardan çevremizde de -pek güven vermeyen- 3-5 kişiden duyduğumuz ama pek azımızın bizzat tanışma şerefine layık olduğu aşk duygusu insana yanlış kararlar verdirmesiyle halk arasında ün yapmıştır. Aşık olduğunu iddia eden birkaç kişinin de hayatta yapmam dediğim her şeyi bana yaptırdı dediğine çok kez şahit oldum. Bu tanımlamalardan yola çıkarsak yeri parmaklıkların ardı olması gereken bir duygu ama insanlar arasında bu duyguyu başımızın üzerinde taşımak hala moda. Hal böyleyken bilinç tam açıkken ve hala mantıklı kararlar verebiliyorken hoop bir sürü sorumluluk altına girmek üstüne üstlük davulla zurnayla... Yok arkadaşlar ben almayayım efendi gibi çeyreğimi takar ne kadar olabilirse o kadar mutluluğumu dilerim. Gerçi çeyrek de iddialı oldu gram altın yahut 100 TL  ekonominin hali de ortada 50 TL.
Son olarak başka bir kanayan yaraya dokunup satırlarıma son vereceğim ve siz bu satırları okurken benim fikrim muhtemelen değişecek. Genelde her yarım saatte bir olmakla birlikte bazen gün aşırı değişir. Bi' Hogwarts'ın merdivenleri bi' benim düşüncelerim ikisi de yer değiştirmeyi çok sever.
Bir akrabam geçen düğün gününde ağlamaları bağırmalı evden çıkma merasiminin videosunu paylaşıp "Allah herkese nasip etsin." yazmış. Hoaydaa durup dururken bizi niye zan altında bırakıyorsun oldu mu bu şimdi. Bir bacağı diğerinden kısa vişne çürüğü pijamamla koltukta her şeyden habersiz otururken sbamk diye duayı okumuş bulundum mu sana. 

Ay çok konuştum. Blogta yeni neler yapabilirim diye düşünürken kardeşim iyi yazıyosun da ben Jane Austen'den çok sıkılıyorum dedi. Ben de her medeni insan gibi üzerine yürümeyip eleştiriyi dikkate alayım dedim. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi benimle paylaşmaktan kendinizi alıkoymayın rica ederim. Hoşça kalın.

2 Ağustos 2018 Perşembe

Sınav Senesi


  Öncelikle şunu söylemeliyim ki kadına yaşı, erkeğe maaşı, KPSS’ye ikinci defa girene sınavının nasıl geçtiği sorulmazmış! Büyüklerimiz hep öyle der yani ben onların yalancısıyım. Onlara da büyükleri dermiştir herhalde yani öyle sanıyorum.

 


  Biraz “sınav sene”lerinden bahsetmek istiyorum. Ben 4 kere(1-liseye giriş, 2-Üniversiteye giriş, 3-4-Memuriyet) çektim bu illeti, Yüce Allah bu Austenzede’ye bir daha sınav senesi yaşatmasın. (Şimdi bu atıfı yapınca da KPSS’deki Mehmet Akif sorusu geldi dan diye kafama çöreklendi. Soru şuydu İstiklal Marşı’nın yazıldığı yer neresidir? (Cevap: Tacettin Dergahı) Herkes bu sorunun çok zor olduğundan dem vurdu yok efendim öaoa öyle soru mu olurmuş da ne kadar zormuş da fElan. Arkadaşlar kendinize gelin ben olsam İstiklal Marşı’nı yazmadan önce Mehmet Akif Ersoy’un yediği  akşam yemeği nedir yahut yazdığı kalem neyden yapılmıştır vs. diye sorardım ÖSYM insaflı(!) davranmış yine hiç şükretmiyosunuz hiç)

  Siz daha önce sınav senesi yaşadınız mı yaşayacak mısınız yoksa bu sene o sene mi bilmiyorum ama ben biraz tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. Gerçi KPSS’ye ikinci defa hazırlanmak tüm sınav senesi türlerini taburelerinden(taht demedim fark ettiniz mi sınavları küçümsüyorum canları acısın istiyorum) edecek stres seviyesinde ama empati yapmaya çalışın siz de canım, doğum sancısıyla böbrek ağrısı arasında bi yerler işte. 

  Öncelikle karar aşaması önemli. Mezun olunca sanki oyun dışı kalmışım gibi hissettim ben şahsen. Bi anda kendimi yedek kulübesinde buluverdim gibi oldu e haliyle beynime kan gitmeye başlayınca durdum ve dedim ki ee şindi napacaz? Sonra birkaç arkadaş dedik ki bizim neyimiz eksik biz de kendimizi bu sınava adayalım ve takalım golü 90’a, zekamız eksikmiş. Şaka şaka bunun zekayla direkt bir bağlantısı olmadığını biliyorum o insan tabir ettiğimiz canlılar da Amerika’nın ajanı zaten. Yoksa bu sistemde öyle 95’ler 99’lar almanın imkanı yok. Olsaydı ben alırdım ajan bunlar insansı robot, uzaylı. Kendimi kaybettim bi saniye beynim bir üst paragrafta kaldı alayım da geleyim.




  Ders çalışmaya başlamanın ilk haftalarında bi’ ne olduğunuzu şaşırıyorsunuz. Önce kanınız çekiliyor parmaklardan (bünye kalem tutmayı unutmuş zaar) sonra ruhunuz çıkıveriyor pof diye 21 gram hafifliyorsunuz (gerçi stresten de kilo vermiş olabilirsiniz ama ayrıntı bunlar çok mühim değil sınavda çıkmaz) Ortalara doğru önceki sizi unutmaya başlıyorsunuz, bu kim nelerden hoşlanır neleri sever? TV’de önceden olsa asla bakmayacağınız film bile bi anda gözünüzde 8 dalda Oscar’a aday oluveriyor, başınızı çeviremiyorsunuz, esnaf gibi. Ders çalışmaya başlamadan önce bi’ sosyal medyalara gözümün kenarıyla bakayım çıkayım diyorsunuz ve bir bakıyorsunuz Youtube’dasınız sokak röportajında Bayrak şiirini okuyan teyzeye eşlik ediyorsunuz. Sonrası tabi vizdan azabı ve ders videolarına dikey geçiş ve akabinde KPSS’den nasıl 87,25 aldım, matematik netim nasıl 0’dan 26 buçuğa yükseldi videoları vs. En son sınava bir hafta kala KPSS’den nasıl 100 aldım videosuyla kapanışı yaptım ben piyasa kızışıyor. KPSS lobisi acımasız. Ardından insanlar yeni çıkan filmlerden, şarkılardan bahsediyor ama size çarpıp dönüyor tırım tırıs o sözler, sizde bir karşılık bulamıyor hep platonik. Sonlara doğru vücut şoka giriyor ayrılık anksiyetesi baş gösteriyor pıt diye, önce sinsi sinsi sonra birden. (Neden neredeyse 2 haftadır yazmıyorum sanıyorsunuz ayrılık acısı zor dostlar bana her şey KPSS’yi hatırlatıyor, ah şu şarkıların gözü kör olsun bi de.) Sonrası malum siz KPSS müfredatının %90’ını öğreniyorsunuz ÖSYM %10’luk kısımdan soruyor ve dıdıt dı dıt dıt dıt game over, prenses kurtulamıyor kötülük kazanıyor. Sınavdan sonraki gece adeta çöküntü depremi. Zihninizi meşgul edecek her şey elinizden alınıyor ve pataküte içeri göçüyorsunuz. Sonraa... sonrasını ben de bilmiyorum yaşayıp göreceğiz ya da bununla ilgili bi Youtube videosu kesin vardır onu izlersiniz KPSS’den Sonra Hayata Nasıl Adapte Olunur ya da Nasıl Geziliyodu veya Roman Nedir Nasıl Okunur... örnekler çoğaltılabilir.


  Bu kadar. Sizde durumlar nedir, neler yaptınız ben yokken başka bloglar mı kokladınız üstüme anlatın ben biraz BOŞUM da vakit geçirecek şeyler lazım.

  Öyle işte, oradan da geçti leylekler.


Çizimler Pinterest'ten.