24 Kasım 2020 Salı

Sadece Jane Austen Kitap Kulübü'ne Gitmiyorum #2 Boğaziçi Okumaları: Boğaziçi'nin Saray ve Yalıları

Bir "Sadece Jane Austen Kitap Kulübü'ne Gitmiyorum" yazısına daha hoş geldiniz! Arka planda Osmanlı Sarayı'ndan Avrupa Müziği albümünün açık olduğunu bildirmek isterim. Bu hayat kurtarıcı bilgiyi de verdikten sonra artık asıl konumuza dönmemek için hiçbir bahanemiz kalmadı.




Boğaziçi Okumaları'nın ikinci toplantısını 7 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirdik. Okumalara Sedat Bornovalı'nın Boğaziçi'nin Tarih Atlası adlı kitabından bahsederek başladık. Ardından kısa bir süre aslında yalıların yaşamaya çok da elverişli yapılar olmadığı, sadece yaz mevsiminde birkaç ay kullanılabildiği gibi iç acıtıcı bilgiler dinledik ve yalı romantizmimize baş sağlığı dilemek mecburiyetinde kaldık. 

Hayat devam ediyor, dostlar sağ olsun gibi cümlelerle kendimi teskin ettikten sonra Batı'nın planlı, düzenli ve ilmek ilmek dokunmuş gibi evleri ve bahçeleriyle Osmanlı'nın koruların arasında kaybolmuş, karmakarışık gibi görünen, kendisini doğaya göre konumlandıran yalılarının karşılaştırılmasına kulak verebildim.

Okuma, insanların saraylara bakınca genellikle mimarisiyle ilgilendikleri fakat içerisinde yer alan objelere kimsenin dikkat etmediği üzerine bir konuşmayla devam etti. Tam içimden kendimle “insanın yaşama birikimleri, deneyimleri nasıl o insanın kişiliğini, karakterini oluşturuyorsa bir eşya bir obje de saray için aynı deneyim ve birikim gibi o sarayın karakterini oluşturuyordur belki de” şeklinde retorik bir konuşmaya başlamışken konuşmacı Sultan Abdülaziz'in bir bestesini bize dinletmeye başladı.

Daha ilk notada o bestenin Vatanım Sensin dizisinde Hilal'le Leon'un ilk dansında kullanıldığını yüksek sesle söylemesem hala biraz cool görünme şansım olabilirdi ama muvaffak olamadık dostlarım. Bu arada arka planda çalıyor dediğim albümde Valse Davet ismiyle yer alıyor parça. 

Aslında niyetim Hilal ve Leon'dan hareketle konuyu Bay Darcy'ye getirmekti ama müziğin etkisiyle ben bile bir an Bay Darcy düşünmeyi unutmuşum.

Ardından bir yapının geçmiş hikayesinin, ne olarak kullanıldığının o yapının bizdeki algısına etkisinden söz ettik. 

İstanbul'un bir kadına benzetilmesinden hareketle -bu konudan bu hareketi nasıl aldık ben de hatırlamıyorum- Boğaziçi'nin şair ve yazarlarına oradan da bu şair ve yazarların çalkantılı aşk hayatlarına hızlı bir geçiş yaptık.

Boğaziçi'nin saray ve yalıları gibi seçkinci ve elitist(!) çizgimizden şaşarak bir anda Burry Soprano'nun Mary Jane'ini konuşurken bulduk kendimizi. Daha sonra uzunca bir süre şairlerin ve yazarların işledikleri temalardan, bu temaların sembolize ettiklerinden, aşkın edebi eserlerdeki rolünden, şairler ve yazarların hayatlarındaki çelişkilerden bahsettik. Aslında bu konunun gelecek okumanın başlığı olması gerçeği gibi ufacık, minicik, hiç de önemi olmayan ayrıntıyı görmezden geldik.

Ve Boğaziçi Okumaları'nın bu toplantısını ertesi gün yapılan Boğaz Turu gezisiyle taçlandırdık. Tur boyu gördüğümüz yalıları konuştuk, Anadolu Kavağı'ndan Yoros Kalesi'ne uzandık, yarım saat kadar manzaranın güzelliğiyle büyülendik ve yine boğaz turu yaparak varış noktamıza döndük. 

"İleride Hatırlanıp Mutlu Olunacak Hafta Sonları" listemde kendisine yer bulabildiği için şanslı olan  bir hafta sonuydu.

O zaman hadi görüşürüz.

Görüşür müyüz?

Görüşelim.

6 Kasım 2020 Cuma

Boğaziçi Okumaları

Yazıya başlamadan önce arka planda “Boğaziçi Mehtaplarında Sultan Portreleri” çalma listesinin açık olduğunu bildirmek isterim. Teşekkürler.

İstanbul’da yaşayanlar olarak siz de düzenli aralıklarla “ne güzel bir şehirde yaşıyoruz ama şehri hiç tanımıyoruz” iç çekişmesi yaşıyor musunuz? 25 yıldır İstanbul’da yaşayan ben, 3 sene önce İstanbul’a gelen bir arkadaşım sayesinde ilk defa Ayasofya’ya gidince biraz kırılmıştım açıkçası. İşte tam da bu sebepten İstanbul’da bir Boğaziçi Okuması yapılacağını duyduğumda adımı ivedilikle yazdırdım.

Boğaziçi’ni kültür, mimari ve edebiyat gibi pek çok yönden ele almayı amaçlayan Boğaziçi Okumaları; geçmişten günümüze Boğaziçi kültürü konulu bir konuşmayla başladı.

Jane Austen Kitap Kulübü’nden az evvel çıktığımdan olacak tam içimden “laf hiç Bay Darcy’ye gelmeyecek mi Allahım” şeklindeki nidalarla yumruklarımı sıkmaya hazırlanırken haşmetlü, devletlü ve inayetlü moderatörümüz Yasin Saygılı’nın (asla kendisini övmem konusunda bizzat kendisi tarafından tembihlenmedim) “Boğaz kültürü denince aklınıza ne geliyor?” sorusu beni gerçekliğe döndürdü.

Rakı-balık, renkli ışıklı tekneler, boğaz turları gibi cevapların ardından aslında Boğaziçi kültürünün sadece bir denizden ibaret olmadığı, bir yaşama biçimi olduğu ile ilgili konuştuk.

İstanbul’un farklı semtlerinden gelenler semtlerin bakışından İstanbul’un nasıl göründüğü ile ilgili izlenimlerinden bahsettiler.

Başlangıçta şehirleri sadece fotoğraf çekmek için gezmeyi eleştirir gibi olduksa da İstanbul’u keşfetme deneyiminin herkes için farklı olduğuna, çekilen bir fotoğrafın etkisinin herkeste başka anlamlar oluşturabileceğine karar verdik. Farklı entelektüel birikimlerde bir mimari yapıya bakıp onun güzelliğinden mest olmakla boğazın karşısına geçip ellerini havaya kaldırıp fotoğraf çekilmenin doyumunun aynı olabileceğini düşündük.

Bir ekim akşamında bir araya gelip İstanbul’u konuşmak, tekdüzeliğinden yakınmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığım hayatımı keyiflendirdi. Boğaziçi Okumaları’nın diğer toplantısı 7 Kasım’da gerçekleşecek. Bu sefer Boğaziçi’nin Saray ve Yalılarını dinleyeceğiz. Okunacak kitap ise Sedat Bornovalı’nın Boğaziçi’nin Tarih Atlası. Ama kitabı okumak zorunlu değil. Sadece dinlemek ve sohbete katılmak için de okumalara gelebilirsiniz.



Çalma listesi de bittiğine göre artık gidebilirim, hoşça kalın.