28 Haziran 2020 Pazar

Dervişin Teselli Koleksiyonu - Mecit Ömür Öztürk

Kitabın adını her okuduğumda kafamda Cihan Mürtezaoğlu'dan Teselli çalıyor. Durun içimde şarkıyı söylemeyi bitireyim yazıya başlayacağım.


"Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturmak, bu kitabın varoluş sebebi!" şeklinde iddialı bir tanıtım cümlesi var kitabın. Dervişin Teselli Koleksiyonu; İhtiyaç Tesellisi, Acz Tesellisi, Seçim Tesellisi gibi başlıklardan oluşuyor. Her başlığın altında ünlü düşünürlerin görüşlerine yer veriliyor. Dini yönü daha ağır basan bir kitap. Teselliye ihtiyaç duyduğum bir dönemde kitabı büyük umutlarla almıştım ama biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Temaların derinine inmeden bir sürü özlü söz, kıssadan hisse okumak bana hitap etmedi.

Tam da kaygıyı ve olumsuz düşünceleri konfor alanım dışına itmeye çalışırken "dertli olmanın" övülmesi beni daha da dibe çekti. 

Bu tarz kitaplar çok kişisel bir okuma deneyimi sunuyor. Hayatında büyük problemler olan biri kitabı okuyunca bir ferahlama yaşayabilir belki de bilemiyorum.

Aslında eser tam bir baş ucu kitabıydı ama ben tez canlı bir insan olduğum için ömrüm boyunca baş ucu kitabım olamadı. Bir kitabı elimde en fazla bir iki hafta -olağanüstü bir  durum yoksa- tutabiliyorum. Baş ucu kitabı olanlara da hayranlıkla bakıyorum. 

Böyle kitapları yazarken bir anda etrafımda ciddi bir hava oluşuyor. Bu hissi sevmediğimi belirtmek istiyor ve yazıyı burada sonlandırıyorum. Hadi görüşürüz.

Kimler okumasın: Ben savunma mekanizması olarak olumsuzluklardan kaçmayı kullanıyorum canım çok sağ ol, positive vibes only diyenler.

Kimler okusun: Olumsuzluklar karşısında "Oo yeni bir musibet mi gel geç şöyle otur baş köşeye" tavrında olanlar.

Altını çizdiğim cümlelerden birkaçı:

- Kıyas ortadan kalktığında, keder dahi bir saadet türü olur. 22

- Herkes işe ihtiyacı olduğunu düşünür (;) ama kimi zaman insanın işsizliğe de ihtiyacı olabilir. İşsiz kalmanın içinde birçok hikmetler saklıdır. Zaman olur, insanın kendini bulması, kafasını ve düşüncelerini toparlaması, istikamete girmesi ancak işsizlik vesilesiyle mümkün olabilir. 27 

(İşsizliğin ne demek olduğunu uzun süre deneyimlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki içindeyken kabus gibiydi ama kendimi tanımamdaki etkisi göz ardı edilemeyecek büyüklükte. Yine de kimsenin uzun süre işsizlikle baş başa kalmamasını temenni eder gözlerinizden öperim, akrabalara selam.)

- Henüz yanına gelmediğin köprüden geçmeye uğraşma. 49

(Karşılaştığım durumlarda olabilecek birden fazla ihtimali düşünüp hepsinin sıkıntısını ve sevincini ayrı ayrı yaşayıp eğer olaya dahil olan başka insanlar varsa onların gözünden de değerlendirme yapıp adımlarını ona göre atan bir insan olarak bu alıntıyı kendime yazıyorum :( Bunun yanlış olduğunu bir gün öğreneceğim ve sanırım her şey için çok geç olacak.)

19 Haziran 2020 Cuma

Şeffaflık Toplumu Üzerine Lakayıt Bir Yazı

Bir derste geyik muhabbeti yaparken bile ünlü düşünürlere atıf yapmaktan kendini alamayan, alıntısız cümle kurduğunda gözlerinin feri söndü sönecekmiş gibi olan sınıf arkadaşım bu kitabı önermişti bize. Bir şey önerildiğinde icabet etmeyi boynumun borcu bildiğim için kitabı okudum.


Şeffaflık Toplumu dikkat gerektiren bir kitap. Hem çeviri hem konunun derinliği ve kitabın incecik olması anlamayı biraz güçleştiriyor. Yazar kitapta modernizm eleştirisi yapıyor bunu yaparken de teşhirciliğe ve günümüz alışkanlıklarına değiniyor.

Bir sosyal medya kullanıcısı olarak -kitabın da bunu istediğini düşündüğüm şekilde- kendimi ziyadesiyle kötü hissettim. Yine de sosyal medya etkisiyle artık gerçekten daha mı fazla şeffafız merak ediyorum. 2 Twitter 2 Instagram 1 Blog hesabı olan ben düşünüyorum da tüm hesaplarımı olağanüstü bir dikkatle takip eden biri bile beni ne kadar tanıyabilir bilemiyorum... Bu açılışla yazıyı anEliz şelalesine doğru sürükleme fikrindeyken bunun için çok yorgun olduğumu fark ettim. Kendimi ikna edebilseydim "kontrol toplumu"na evrilmenin korkunçluğu üzerine de birkaç cümle kuracaktım ama kısmet değilmiş.

Peki bu kitabı kimler okumasın: günün sonunda ben like sayımdan karakter tahlilimi yapar, takipçi sayımı sevgiye ve ilgiye layık bir insan olup olmadığımı değerlendirmek için bir ölçek olarak kullanır, takipten çıkanlara hesap sorar, bunu da 'değersizlere verdiğim değerin neye değdiği' hakkında çıkarımlarda bulunmak için kullanır ardından da bir sitemli söz paylaşımı yaparım diyenler.

Kimler okusun: her durumda 'kesin ip var yüz ifadesi' takınanlar ve kavramsal konuşmaktan zevk aldıkları için karşılarında boş gözler görmeye alışkın olanlar.

Altını çizdiğim satırlardan bazıları;

- Enformasyonun artmasının daha iyi kararlar verilmesine zorunlu olarak yol açmadığı kanıtlanmıştır. Örneğin sezgi eldeki enformasyonun ötesine geçer ve kendi mantığını izler. Giderek artan, hatta aşırıya kaçan enformasyon yığını günümüzde üst düzey yargı yetimizi köreltmektedir. 19

- Dijital fotoğrafçılıkta negatif yoktur. Ne karanlık oda ne de banyo gerekir. Öncesinde negatif bulunmaz. Pozitiften ibarettir. Olma, yaşlanma, ölme silinmiştir. 26

- Tecrübe başkasıyla karşılaşmaktır. 56

12 Haziran 2020 Cuma

Bir Tatlı Huzur - Ayşe Kulin ve Türk Sanat Müziği


Klasik Türk Müziği ile ilk tanışmamız nasıl oldu hatırlamıyorum ama hatırladığım ilk anı ilkokula dayanıyor. Müzik öğretmenimiz sınav için herkesin kendine bir şarkı seçmesini ve onu sınıfta seslendirmesini istemişti. Ben de bir heyecan en sevdiğim şarkıyı bulmaya çalışmıştım. Sınavda tahtanın önüne geçip "Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime..." diye girmiştim şarkıya. Yani lafı Türk Sanat Müziği'ni hep sevmiştim demeye getiriyorum. 


Münir Nurettin Selçuk'la tanışmamız ise Bir İstanbul Masalı dizisinde gerçekleşti. Dizinin bir bölümünde zaten bana hayranlıkla aşkı çoktan birbirine karıştırtmış olan Selim Arhan beyefendi bir şarkı dinliyordu ki ama ne şarkı. Selim Arhan'ın etkisinden midir bilinmez bölümü izledikten sonra Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın'ı defalarca dinlemiştim. 

Dear Münir Nurettin Selçuk Beyefendi,

Ben de sizinle tanışmamız böyle olsun istemezdim ama heyhat...

Bu arada kitabı okuduğum süre boyunca tulua bakıp sizi yad ettiğimi ve guruba bakıp sizi andığımı söylemekten kendimi alamayacağımı ifade etmek isterim.

Sincerely
Austenzede

Bu şarkıyı; Tereddüt, Koklasam Saçlarını Bu Gece Ta Fecre Kadar, Leyla Bir Özge Candır, Ey Benim Bahtiyarım, Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır, Endülüste Raks, Gönlümle Hasbihal, Ayrılık, İstiyorum, Akşam Yine Gölgen, Biraz Kül Biraz Duman, Hatırla Maziyi, Ölürsem Yazıktır hayranlıkları takip etti. 

Bir sürü şey anlattıktan sonra nihayet kitaba geliyorum. Ayşe Kulin'in Münir Nurettin biyografisi okuma zevki veren bir kitaptı. Her şey çok kararında anlatılmış gibi geldi bana. Münir Nurettin'in Türk müziğine katkılarını bilmiyordum. O dönem koşullarında aldığı eğitimleri ve müzik hakkındaki düşüncelerini hayranlıkla okudum. Kitabı çok fazla anlatıp okumayanlar için heyecanını kaçırmak istemiyorum ama bir şeyden bahsetmeden edemeyeceğim.

Kitapta gören her genç kızın Münir Nurettin'e aşık olması üzerine yazılanlar ve kendisinin revnaklı duygu dünyası. İlk kısımı ben kendime "işini iyi yapan insan karizması" etkisi olarak kolayca açıklayabiliyorum ama ikinci kısma şaşırmayı bırakamamamız ilginç olmaya devam ediyor. Sanatçıları "dümdüz" insan gerçekliğinden değerlendirmek, tarihi olayları günümüzden değerlendirmekle eş değer bence.

Kitabın 129. sayfasındaki şu cümleler sanatçıyı özetler nitelikte;

"Bahtı iki türlü parlayan sanatkar vardır. Birini güzide kimseler takdir eder; halk anlamaz. İkincisini halk beğenir, memleketin münevverleri ona karşı istihfafla dudak büker, diye yazmış Va-Nu, Münir Nureddin, iki zıt kutbu birleştirebilmiş nadir bahtiyarlardandır."

Toparlıyorum. 
Güzel biyografiydi.
Toparlama bitti.

Son söz; her ne kadar Türk Sanat Müziği dinlemeyi sevsem de bu alanda bilgi sahibi değilim. BoNboş bir dinleyiciyim :( Kitabı okuduktan sonra bu durumu değiştirme kararı aldım. Bunu size niye söyledim hiç bilmiyorum ama böyle böyle idare edicez işte birbirimizi n'apalım bu dünyada biz bizeyiz. Hadi görüşürüz.

Her ne kadar yazıyı buraya kadar okuyacak bir okuyucu olacağını hayal edemesem de Klasik Türk Müziği'nden sevdiğiniz şarkıları benimle paylaşsanız ne güzel olur. Yeni şarkı keşfetme heyecanı yaşamak istiyorum.

9 Haziran 2020 Salı

Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk



Ne zaman Masumiyet Müzesi okuyorum desem “Aa o benim en sevdiğim kitap” diyen en az üç kişiyle karşılaştım bu okuma sürecimde. Öncelikle şunu söylemek isterim ki Orhan Pamuk okumak kondisyon gerektiriyormuş onu anladım. Okuma pratiği(!) olmayan biriyseniz kitabı okumak biraz güç bir hal alabilir sizin için. Ben kitabı belki de hayatımın en çok okuduğum döneminde okudum ama resmen hiç spor yapmayan birinin 3 tane mekik çektikten sonra ertesi günü karnında ağrılarla geçirmesi gibi bir durum yaşıyorum. Beynim alarm veriyor: “Bu kadar sık uzun ve süslü cümle okuyamazsınız sayın okuyucu!”

Bu benim ilk Orhan Pamuk okuyuşumdu belki de ondan bu hal bilemiyorum. Hemen kızmayın canım tamam biliyorum sizin en sevdiğiniz kitap tamam.

Üslupla ilgili kısmı atlayıp konuya geliyorum şimdi. En kabaca, bu kitap aşık olmak hakkında. Baya kabaca oldu ama idare ediverin rica ederim. Kitabın başında Kemal’in aşk ve evlilik hakkındaki düşünceleri, sevdiği kız da bir başka sevdiği kızla olan nişanına geldi diye mutlu olması, Kemal’in babasıyla sevgililer ve eşler hakkında konuşmaları kanımı dondurdu. Bunları da atlayabilirsem bu insanüstü aşk beni büsbütün şaşkınlığa uğrattı kısmına gelebilirim. Bu aşk değil hastalık diyen yorumcuları da okudum ve düşünce olarak onlara daha yakınım ama önce sormak istiyorum dostlarım; aşık olmak neden bitti? Yok canım hiç de bitmedi sana öyle geliyor diyorsanız bana yazın rica ederim. Çünkü günümüz namütenahi alternatifler çağında ben böyle aşık olmanın soyunun tükendiğine inanıyorum.

Hikayeyi okurken yer yer öfkelendim yer yer üzüldüm ama işin içinden çıkamadım. Kah kendimi Kemal’in annesinin yerine koyup “eritti çocuğu” diye Füsun’a kızdım kah Sibel olup Kemal’i yerden yere vurdum kah Füsun olup Kemal'e çok ağır konuştum (Kemal'e biraz fazla yüklenmiş olabilirim). Her düşüncemin sonu böyle aşk olmaz olsun’a bağlandı.

Orhan Pamuk okumak farklı bir deneyimdi her şeye rağmen. 

Peki bu kitabı kimler okumasın: küçük punto, sanki sonu hiç gelmeyecek gibi olan cümleler uykumu getirir benden geçti artık diyenler.

Kimler okusun: realizmin anlaşılmaz bir biçimde göklere çıkarıldığı dünyamızda romantizmin doruklarına varmak istiyorum tutmayın beni rica ederim diyenler.

Eğer ben bu kitapta olsaydım Kemal’in yerinden kalkamama buhranı olurdum. Bazen gerçekten kendimi bu buhranın bizzat kendisi gibi hissediyorum.

Altını çizdiğim satırlardan bazıları:

- … hayat, aşk, mutluluk, bunlar zor şeylerdi; herkes kendini korumak, bu ölümlü dünyada mutlu olmak için elinden geleni yapıyordu! 197

- “unut” öğüdüne rağmen ne kadar gayret etsek de, aptallar ve hafızasızlar hariç kimse bütünüyle unutamaz. Hepimizin yaptığı gibi mutlu olmaya ve Zaman’ı unutmaya çalışabilir ancak insan. 269

- Film seyrederken, hele kahramanların birinin yerine kendimi koyabilmişsem, dertlerimi abarttığımı düşünürdüm. 346 (Size de şey oluyor mu, hep hissettiğiniz ama daha önce kelimelere dökmeyi akıl edemediğiniz bir şeyin kelimelere dökülmüş haliyle karşılaşınca o satırlara sarılma isteği?)

Hayırlısıyla normalleşebilirsek müzesini de ziyaret etmek istiyorum. Korona, biraz olsun gururun varsa bitersin kardeşim!


7 Haziran 2020 Pazar

Divanımdaki Erkekler - Dr. Brandy Engler ve David Rensin

Divanımdaki Erkekler kitabı bir kadın cinsellik terapistinin kadınları tedavi etmek düşüncesiyle çıktığı yolda sürekli erkek danışanlarla karşılaşmasını ve onların sorunlarını çözmeye çalışmasını anlatıyor kısaca. Yazar bunu yaparken kendi duygusal ilişkilerini de anlatıyor.


Kitabı bitireli 10 dk oluyor.  Kafamda başıboş bir sürü bilgiyle ve "e şimdi benim bunları öğrenmem iyi mi oldu kötü mü oldu" sorgulamasıyla yalnız kaldık an itibarıyla. Aslında ben lisanstayken dersimize giren bir psikiyatri profesörü başlangıç seviyesinde cinsel işlev bozuklukları dersi vermişti bize o yüzden kitapta çok şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaşmadım ama bizzat erkeklerin ağzından düşüncelerini dinlemek farklı bir deneyimdi. Zaten kitap çok profesyonelce yazılmamış. Benim gibi alan dışı okuyucular da rahatlıkla okuyabilir. Okuma sürecim boyunca bu kitap Türkiye'de yazılsaydı nasıl vakalar olurdu diye düşünmekten kendimi alamadığımı da bildirmek isterim.

Yazıya başlamadan önce yorumları okudum. Genellikle okuyucular, terapistin danışanlarına ön yargılı yaklaşmasını ve hatta zaman zaman onlardan nefret etmesini eleştirmiş. Terapistin mesleğe yeni başlamış olması nedeniyle ben bunun üzerinde çok durmadım. Hatta bu beni kitaba daha çok yaklaştırdı. Terapistin sorgusuz bir affediciliği olsaydı bu bana çok gerçek gelmeyebilirdi.  Ama yine de bence mesleki deneyimi daha fazla olan bir terapist danışanlarına karşı yargılayıcı tutum geliştirmiyordur. Yani buna inanmak istiyorum :D 

Kitaptan neler öğrendiğime geçmeden önce:

Kimler okumasın: başta 18 yaş altı okuyucular olmakla birlikte erkek cinselliği de benim için bir bilinmez olarak kalıversin canım, erkekleri o kadar da anlamak istemiyorum diyenler.

Kimler okusun: başta erkekler olmakla birlikte cinsellik psikolojisine, davranışların/düşüncelerin altında yatan nedenleri öğrenmeye ve psikoterapiye ilgi duyan okuyucular.

Terapistle birlikte okuyucu da -özellikle kadın okuyucu- bence bir gelişim gösteriyor kitapta. Ön yargılarla çıkılan okuma yolculuğu empatiyle nihayet buluyor. 

Kitapta terapist, erkeklerin cinsellik ve aşkı/sevgiyi ayrı tutabilmeleri yaygın düşüncesi üzerinde oldukça duruyor ve inanılanın aksine bir insanın aşkı ve sevgiyi hiçbir şeyden ayrı tutamayacağını öğreniyor danışanlarından. 

Yine toplum tarafından yaygın olarak kabul gören diğer bir düşünce ise erkeklerin entelektüel olarak kendilerine eşit ya da kendilerinden üstün bir kadınla olmaktan hoşnut olmayacakları. Çoğu erkek aksini iddia etse de kitapta bu tez çürütülemiyor. Maalesef erkeklerin kendilerini bir kadına tam olarak açabilmeleri için hayatlarındaki kadını kendilerinden daha aşağı bir konumda görmeleri gerekiyor. Tabii kitaptaki erkekler bunu böyle anlatıyor. Bu düşünceyi yanlışlamak isteyen varsa seve seve dinleyebilirim :D

Yine de herkesin sevmek ve sevilmek istediği dünyada toplumsal kuralların her cinsiyet üzerinde olumsuz etki bırakması  ise kitapta yer alan diğer bir üzücü gerçek.

Genellikle üzerinde çok düşünülmeden çoğu erkeği tanımlamak için kullanılan narsisistlik üzerine yazarın söyledikleri beni düşündürdü. Narsisizm kendine önem veren ve "ötekini" nesneleştiren çoğu erkek için kullanılan bir tanımlama olsa da aslında narsisizmin narsisist kişiye en büyük zararı veren bir ruh hali olduğunu ileri sürüyor yazar. Gerçi bu bilginin narsisistleri üzeceğini sanmıyorum. Onlar kendilerinde beğenecek yeni özellikler bulmaya devam ederlerken biz onlar için de üzülürüz, tamam.

Neyse 304 sayfalık kitabı bir günde bitirdiğim için gözlerimin arkamdan ağır konuşabileceği ihtimaline karşılık yazıyı burada sonlandırıyorum. Daha kitabı yeni bitirmişken düşüncelerimi yazmak iyi bir fikir miydi onu da bilmiyorum. Eğer okuyanınız varsa bana yazın. İyi geceler.