20 Mayıs 2015 Çarşamba

zamanda aşk

     Zamanda Aşk filminde şu cümle geçiyordu "bir kızın fazla güzel olması iyi değildir, zekasının ve mizah anlayışının gelişimini engeller bu." 


     Gerçekten "fazla güzel" olmadığım için ilk duyduğumda bu cümleyi sevmiştim itiraf ediyorum. Ama dün öyle bir şey oldu ki bu sözün gerçekten ne ifade ettiğini anlamamı sağladı. Fazla güzel kızların başka seçeneği yok arkadaşım! Olay şöyle gelişti bir grup çalışması yapıyorduk aramızdan bir kız arkadaşımız (şu güzel olanlardan) espri mahiyetinde bir cümle söyledi ve sizi temin ederim sadece tebessüm ettirebilecek bir cümleydi! Grubun tüm üyeleri beklendiği gibi tebessüm ederken içimizden bir erkek arkadaşımız öylesine büyük bir kahkaha attı ki dönüp ne oluyor diye baktım :D Bu olaydan yola çıkarak söylemeliyim ki "fazla güzel" kız böyle bir cümleyle bile erkekleri güldürebildiğine göre neden daha zeki cümleler bulmak için kendini zorlasın ki! Neden kendini geliştirmek istesin ki zaten bunun için bir sebep yok. Herkes aksini iddia edebilir ama yaptığımız çoğu şeyi başkalarının takdirini kazanmak, toplum içinde beğenilmek, kabul görebilmek için yapıyoruz. Daha iyi üniversiteyi kazanabilmek için çalışmak, okulu birincilikle bitirmek, felsefi kitaplar okumak, belgesel seyretmek(!).. bunları kendimiz için yapıyoruz sen de ne saçmaladın demeyin. Hadi itiraf edelim kalbimizde küçücük bir nokta daha iyisini ve daha daha iyisini çevredekiler için istedi işte. Çevredekiler hayran olurken daha iyisi için motive oldu hırslandı işte! Yani demem o ki "fazla güzel" kızın zekasının ve mizah anlayışının gelişememesi onun suçu değildir! Toplum buna koşullandırmıştır onu. Düşünsene kendin olmanın rahatlığını yaşıyorsun ve çevrendeki herkes tarafından -bilhassa erkekler- kabul görüyorsun neden daha fazlası için kendini zorlayasın ki? :D Ben iyi not aldığım dersin ikinci sınavından mutlaka düşük not alırım sanırım kısmen bu da onun gibi bir şey. Kendini herhangi bir konuda iyi sanmanın getirdiği hafif aptallık halet-i ruhiyesi :D.
     Neyse konuyu toparlayacak olursak sık sık "fazla güzel" olmadığım için şükrediyorum ve evet abartmıyorum. Fazla güzel olmanın da bir yükümlülüğü beraberinde getirdiği dezavantajları var. Demem o ki bu gibi insanlara iyi davranın arkadaşlar çünkü bunu onlar değil toplum istiyor.  


dipnot: Zamanda Aşk mikemmel bir film mutlaka izleyin şiddetle tavsiye edilir! 
bir küçük not daha: eğer ben bu filmde olsaydım başta bahsettiğim cümleyi söyleyen kadın olurdum yani lütfen öyle olsun çünkü :D

16 Mayıs 2015 Cumartesi

mim

Sevgili İmrossa beni mimlemiş :) Buralarda yeni olduğum için ne olduğunu anlayıp cevap vermem biraz uzun sürdü tabi :D İşte cevaplarım :)

1)En son okuduğun kitap?   Jane Austen- Leydi Susan
2)En son izlediğin film?      Niyazi Gül Dörtnala
3)Siyah mı beyaz mı?          Siyah
4)Tiyatro mu sinema mı?    Her ikisi de :D 
5)Mesaj mı aramak mı?      İkisi de değil :D 
6)Hep olmasını istediğin hayalin?    Bir roman yazabilecek yeteneğe sahip olabilmek
7)Gelecekte kendin için ne düşlersin?   Hayaller sahil kasabalı hayatlar KPSS'li 
8)Burası olmasa hangi ülkede yaşamak isterdin?  İsveç sebebi sosyal refah der geçerim :)
9)Bloğuma 10 üzerinde kaç verirsin? Devamlılığı için tavsiyen ne olur?   10 üzerinden 9 veriyorum çünkü zevklerimiz çok benziyor devamlılığı için tavsiyem: aynen böyle devam :D:D


çok teşekkürler~~~~

kişisel gelişemedim!

 
Şimdi gidip hangi kişisel gelişim kitabını elinize alsanız size şunları öğütler;
1) Kendini sev! (tamam olur da nasıl?)
2) Anı yaşa! (tamam ona da tamam da nasıl?)
3) Geçmişi geçmişte bırak! (okey de işte nasıl?)
4) Az ve öz arkadaşın olsun! (olur da nasıl?)
5) Keşkeleri unut! ( piki nasıl?)
6) Hedef belirle! (nasıl nasıl??)
7) Hayallerinin peşinden git! (yok ki!)
8) Kalbinin sesini dinle! (duyamıyorum ki arkadaşım bizim buralarda yol çalışması var herhalde çok ses oluyo.)
.
.
.
.
      Bu liste böyle uzuyor beynimizde fazla yer etmesine gerek olmadığı için devamını yazmadım. İlkokuldayken hayat amacımı "kendimi geliştirmek" olarak belirlemiştim ve bu amaç uzun ömürlü olmadı, olamadı. İlk kişisel gelişim kitabımı okuduğumda her şey mikemmel olacak zannetmiştim olmadı. Her şey yoluna girer sanmıştım olmadı. Her şeyin bir çözüm yolunun var olduğunu zannediyordum değilmiş meğer. Evet bu kitaplar güzel söylüyorlar hoş söylüyorlar da bunları zaten biz de biliyoruz bir de nasıl yapılacağını söyleseler ya! Tam 20 yıldır kendimi sevmeye çalışıyorum ama şu ana kadar Jane Austen kitap karakterleri dışında kimseyi sevemedim. Tam 20 yıldır anı yaşa gelecek korkularını unut diyorum kendime, daha geçmişten gelemedim ki ben anı yaşayacağım. Tam 20 yıldır fazla insan dert, az olsun öz olsun diyorum. Çevremde kendimden başka kimse olmadığını fark edeli 6 sene oluyor. Keşke kelimesi benim cümlelerimin bel kemiği, gizli öznesi, yüklemi hatta dolaylı tümleci her şeyi (tüm dil bilgisi kurallarını katlettiğimin farkındayım :D) onu nasıl terk ederim nasıl? Ben bir hedefim olmadan üniversite sınavına girip üniversite kazanmış kızım bana böyle şeylerden bahsetmeyin çok rica edicem! İtiraf ediyorum pek çok hayalim vardı ama hepsi çok yorucu şeylerdi hep onlar benim peşimden gelseler nolur yani diye düşünmekten hiçbir şey yapamadım :D Kalp konusuna değinmiyorum bile :D Bir filmde bir kız diyordu ki "ben bu kalbi yıktırıp komple avm yaptırayım diyorum" bence de haklısın dostum en azından kira getirir geçimimize bakarız değil mi ya!


     İşte böyle kişisel gelişim kitaplarıyla mazimiz epey hüzünlü. Ben pek kişisel gelişemedim açıkçası ben hep kişisel üzüldüm, kişisel çöktüm, kişisel bittim... Belki ben de yeni bir tür oluştururum, kitaplar yazarım mesela "kişisel yıkılım". Okuyucularıma nasıl yaşanmaz, hayat nasıl daha çok berbat edilir gibi konularda öğütler veririm. Bronz değerinde öğütler olur bunlar hiç şüphesiz.! Ben şey yapayım o zaman gidip bir köşede kendime acıyayım hadi görüşürüz.

14 Mayıs 2015 Perşembe

happy ending

    Mutlu sonlara neden kafayı takmış durumdayız? Ben bir kitabın sonu mutsuzsa o kitabı sevemiyorum. Bir filmin sonu bize bırakılmışsa o filme sıcak bakamıyorum. İnsanlar "son"lara neden bu kadar önem verir ki? Ben bir dizinin son bölümlerini hiç sevmem aynı diziyi tekrar izlersem sonunu mutlaka atlarım. Romanlar sona ulaşırken içimi hüzün kaplar. Jane Austen'in 6 romanı mutlu sonla bitiyor. Kahramanlar evleniyor ve devamı yok. (gerçi o kitaplarda Bay Darcy, Bay Knigtley, Yüzbaşı Wentworth, Albay Brandon, Bay Tilney ögeleri varken mutluluk dışında bir şey olamaz ya neyse) Peki mutlu son mutlu başlangıç da demek midir? Finding Mr. Destiny filminde baş roldeki kız sonlardan korktuğu için yiyecek paketinin içindeki son parçayı bile yemiyordu. Hayatının aşkını bu yüzden elinden kaçırmıştı. Mutlu sonda bırakmak istediği için. Sanırım filmlerin romanların sayfa ya da zaman kısıtlaması gibi basit sebepleri insanlarda büyük bir etki bırakıyor.  Bu yüzden aşkların, evliliklerin, mezuniyetlerin sonraları beni hep ürkütür. Mutlu bitse bile.. Mutlu son mutlu başlangıcı öngörmüyorsa hiçbir kitap için mutlu sonla bitti diyemeyiz ki. Mutlu sona o kadar kanalize olmuş bir haldeyiz ki bunun mutlu başlangıç olup olmaması bizi pek de ilgilendirmiyor. Bu düşünceler mutlu sonla biten bir dizinin ardından aşırı kıskançlık etkisi altında yazılıyor fazla önem vermeyin :D Happy endinglerinizin happy starting olması dileklerimle hoşça kalın...

Demek yazar olmak istiyorsun

Merhaba geçenlerde bir blogta şuna rastladım ve çok etkilendim sizinle de paylaşmak istedim :)


Demek Yazar Olmak İstiyorsun- Charles Bukowski


herşeye rağmen,
içinden fışkırmıyorsa
bırak yapma.
kalbinden ve aklından ve ağzından 
ve ciğerinden gelmiyorsa, 
bırak yapma.
bilgisayar ekranına bakarak
saatlerce oturman gerekiyorsa
ya da daktiloya
gömülerek
sözcükler arıyorsan, 
bırak yapma.
para için yapıyorsan ya da
şöhret, 
bırak yapma.
yatağında kadınlar 
olmasını istediğin için yapıyorsan,
bırak yapma.
orada oturmak ve
tekrar tekrar yeniden yazman gerekiyorsa,
bırak yapma.
sırf üzerine düşünmesi bile zor iştir, 
bırak yapma.
başka birisi gibi
yazmaya çalışıyorsan,
unut gitsin.

içinden
gürleyerek çıkmasını beklemek gerekiyorsa,
o halde sabırla bekle.
içinden gürleyerek çıkmazsa
başka bir şey yap.
ilk karına okuman gerekiyorsa
ya da kız arkadaşına ya da erkek arkadaşına
ya da ana babana ya da herhangi birine,
olmamışsın.

çoğu yazarın olduğu gibi olma,
kendine yazar diyen
binlerce insan gibi olma,
sıkıcı ve duygusuz olma ve
yapmacık, kendisi
sevmeyle harcanma.
dünyanın kütüphaneleri
senin gibiler üzerine uykuya dalmak için esnemiştiler.

onlardan olma.

bırak yapma.
ruhundan roket gibi
çıkmıyorsa,
durgun olmak
seni delirtmiyorsa ya da
intihar ya da cinayet,
bırak yapma.
içindeki güneş
ciğerini yakmıyorsa,
bırak yapma.

zamanı geldiğinde,
ve seçilmiş olursan,
kendiliğinden
gelecektir ve gelmeye devam edecektir
sen ölene kadar ya da içindeki ölene kadar
başka yolu yok
ve hiç olmadı.



-ben uzun bir süre cümle kurmayı unutacağım gibi haydi hoşçakalın :D

Jane Eyre

     

 Neden daha önce okumadım neden? Bunca zamanı bu kitaptan habersiz geçirmek aptallıkmış :D Eğer Jane Asuten tarzı roman seviyorsanız bunu da seversiniz vakit kaybetmeyin!. Bay Rochester sen bize ne ettin? diyerek söze mahalle ağzıyla başlamak istiyorum. Jane Eyre beni çok etkiledi çok. Küçükken yaşadıkları, yaşadığı hüzünler karşısındaki duruşu.. İç konuşmalarda kendimden parçalar bulmadım dersem yalan söylemiş olurum. Yaşanılan acılar karşısında "neden" sorusuna cevap verirken kendini acımasızca eleştirmek işte bu beni etkileyen.


       Jane kimsesiz bir çocuk. Yengesinin yanında kalıyor. Yengesi ve kuzenleri tarafından pek çok zulme uğruyor. Yengesi Jane'i yatılı okula veriyor. Kitabın bu kısımları bana Çalıkuşu'nu anımsattı. Jane burada mürebbiye oluyor daha sonra bir evde mürebbiye olarak çalışmaya başlıyor ve olaylar burada başlıyor. Jane hiç ummadığı bir anda aşkla tanışıyor. Kitap çok akıcı gereksiz ayrıntılar yok su gibi akıyor merkezden sapmıyor. Baş kadın karakter ve baş erkek karakterin toplum tarafından "çirkin" olarak tasvir edilmeleri beni kitaba çeken diğer bir nokta. Alışılmış yakışıklı zengin erkek, aşırı güzel fakir kız klişesi yok burada. Hep söylerim çok sert, sinirli, kapalı insanların aşık olmaları beni hep etkilemiştir bu kitapta da aynen öyle oldu. Jane'de kendimden çok parça buldum sanırım mesela sevdiği insanların söylediklerini sorgusuz yapması, bir işe başladı mı hevesi kaçsa bile bitirmek için uğraşması ve bu yaptıklarının da bilincinde olması en çok benzettiğim yönler. Kitabın sonu da tatmin edici bir biçimde bitiyor hasılı ben ikinci okuyuşa başlayacağım gibi, bana katılın derim ben :D Kitaptan alıntılar ve naçizane düşüncelerle yazıyı sonlandırıyorum. Unutmadan ben bu romanda olsaydım eğer büyük bir ihtimalle Bay Rochester'ın bahçesindeki çiçekler arasında yanlışlıkla bitmiş bir ot olurdum.


"Kendimin dışındayım.." - başka insanlar etraftayken ben de bazen böyle hissediyorum artık bu hisse uygun kelimeleri de buldum :)
-"Kendiliğinden, hiç çaba göstermeden içimden geleni yapıyorum bu yollu iyi olmak hüner değil bence." - kesinlikle bu bir insanın güzel olduğu için övünmesiyle eşdeğer hiçbir çaba göstermeden sahip olduğun bir şey ve değişme olanağı yok,
-"Kendi yüreğini kendin deşeceksin." -fakat ne deştik be güzel deştik gönüllerimizi
-"Üşüyorsun, çünkü yalnızsın; içinde gömülü duran ateşi hiçbir insanın yakınlığı alevlendirmiyor. Hastasın, çünkü duyguların en güzeli, insanoğluna bağışlanan en tatlı, en yüce duygu senden uzak duruyor. Aptalsın, çünkü onca acı çekerken gene de mutluluğu yanına çağırmaktan kaçınıyorsun; onun seni beklediği yere doğru tek bir adım atmaya bile yanaşmıyorsun." - ben tüm sorularımın cevabını aldım ya siz?
-"Senin mevkin benim gönlümdür." -bu cümleden sonra ağladım söyleyeceklerim bu kadar.

kelimeler

   Neden bir şeyler yazmak istediğimizde hep mutsuz şeylerden bahsederiz. İyi şeyler bahsedilmeye değmez mi ki? Yalnızca kötü hisler midir kelimelere ihtiyacı olanlar? Mutsuzluk üzerine yazılanlar neden hep birbirine benzer peki. Yoksa hepimiz mutsuzluğu aynı şekilde hissettiğimizden mi? Hiç sanmıyorum! Parmaklarının üzerindeki izleri bile farklı olan insan mutsuzluğu aynı hissetmemeli!
 İnternet üzerinde onlarca blog yazarı yalnızlıktan ölüyor, yalnızlıktan ölürken dışarıdaki camda yağmur pıtırdıyor, yalnızlıktan ölürken evinde bir sürü kişi oluyor ve yine yalnızlıktan ölürken bir sigara yakıyor. Kabul edelim zamanın birinde biri mutsuzluğunun tasvirini yaptı biz sonradan mutsuzluğumuzu onunkine benzettik. İnsan ruhu akşam işten eve dönerken sokak lambasının ışığında evine yürüyen adamın ardında bıraktığı gölgesi kadar karanlık. Ve bizim bu karanlığı gerçekten tasvir edebilecek kelimelerimiz yok. Mutlu insanlar yazmaya başladığında her şey değişir belki. Bu aynılığın içinde bizim payımıza düşen ruhumuzun son aydınlık kırıntılarına sahip çıkmaktır belki. Not: bu yazı aşırı mutsuz bir blogu okuduktan sonra yazılmıştır çok şaapmayın yani. 

 


13 Mayıs 2015 Çarşamba

MESELA

  Mesela ben Bay Darcy'nin evlilik teklifini geri çevirdikten sonra Pemberley'i asla ziyaret etmezdim her ihtimali göz önünde bulundurmak adına, bu yüzden asla Elizabeth Bennet olamayacağım. 
Mesela ben birileri mutlaka Hermonie'yi trollün elinden kurtarır diye düşünür odama dönerdim bu yüzden asla Hermonie gibi bir arkadaşa sahip olamayacağım. 
Mesela ben Yüzbaşı Wentworth'ü bir kere reddettikten yıllar sonra onun karşısına bile çıkmaya cesaret edemezdim bu yüzden asla Anne Elliot olamayacağım. 
Mesela ben belki hata yaparım diye asla Voldemort'a giden yoldaki satrancı oynamazdım bu yüzden asla Ron Weasley olamayacağım. 
Mesela ben kesin aptalca fikirlerdir diye düşünür okuduklarımla ilgili düşüncelerimi ortalıkta söylemezdim bu yüzden asla Catherine Morland olamayacağım.
Mesela ben diğerleri benden daha bilgili der asla 3 Büyücü Turnuvası'na katılmazdım bu yüzden asla Harry Potter olamayacağım. 
Mesela ben Rhett Butler küçük düştüğümü gördü diye bir daha asla onunla konuşmazdım bu yüzden asla Scarlett O'hara olamayacağım. 
Ben nasıl olsa o benden daha bilgili der kuzenimle evlenirdim Bay Rochester'ı bir daha asla göremezdim bu yüzden asla Jane Eyre olamayacağım. 
Mesela çöpçatanlık işinde hatalı olduğumu kabul eder kendime kızar hayata küser Bay Knightley'e olan aşkımı hatamın ağırlığından göremezdim ben, bu yüzden asla Emma Woodhouse olamayacağım.
Mesela ben Oktay'dan ayrılıp tüm planları bozmaya cesaret edemezdim bu yüzden asla Serra Noyan olamayacağım. 
Ben mesela o yüzüğü ikinci kez taşımaya asla kalkışmazdım bu yüzden asla Frodo Baggins olamayacağım.
 Mesela ben Anadolu'ya öğretmenliğe gittikten sonra insanlar sözünden döndü demesinler diye asla geri dönmezdim bu yüzden asla Çalıkuşu Feride olamayacağım. 
Mesela ben amaçlarım uğruna biraz aptal görünmeye tahammül edemeyeceğim için asla bir Caroline Bingley olamayacağım.
 Mesela ben bu düzen böyle gelmiş benim saçma sevgim mi bozacak der Costas'ı aklımdan çıkarırdım bu yüzden asla Lena Kaligaris olamayacağım. 
Mesela ben nasılsa bir yerde pes ederim der kilo vermeye bile kalkışmazdım bu yüzden asla Jemima Jones olamayacağım.
Mesela ben çuvalladığımı hemen kabul eder borç içinde sürünmeyi kendime hak görürdüm bu yüzden asla Yeşil Fularlı Kız olamayacağım. 
Mesela ben yalanım ortaya çıkınca herkes benim hakkımda ne düşünecek der ortadan kaybolurdum bu yüzden asla Go Eun Chan olamayacağım. 
Mesela... mesela ben düşünürüm bazen hayatım bir filme neden hiç benzemiyor diye sonra bunlar gelir aklıma...

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Leydi Susan

Merheba!!


Geçenlerde yine mutsuzluktan ölürken İnternet'te Jane Austen'in Leydi Susan romanının çevrildiği haberini gördüm ve sabahı zor ettim ertesi gün kitabı aldım ve başladım okumaya. Aslında mektup şeklinde yazılmış romanları pek sevmiyorum ama Jane Austen söz konusu olunca bu görüşüm kitap sonunda yerle yeksan oldu. Romanın baş karakteri gerçekten kötü :D Ve romanı ilgi çekici kılan da bu. Alışılagelen iyilik meleği baş karakterlerin çok dışında. Roman çok akıcı elinize alınca biraz da zamanınız varsa tek solukta okuyabilirsiniz. Burada aşık olunacak bir karaktere rastlamadım :D bu da mektuplardan kaynaklanıyor olabilir. Kitabın kısa olması sebebiyle tadı damağında kalmak deyimi benliğinizde vücut buluyor. Kurnaz bir dul kadının maceralarını Jane Austen  nasıl anlatır merak ediyorsanız mutlaka okumalısınız. Kitabın sonu yine malumunuz Jane Austen tarzı mutlu son. Ona sonsuz teşekkürler bu kadar kötü şeyin arasında bize mutluluğu unutturmadığı için. Ve bir temenni Allah bizi Leydi Susanlarla karşılaştırmasın arkadaşlar :D



Kitaptan alıntılarla yazıya son veriyorum şimdilik hoşça kalın :)
- Halihazırda iyi giden hiçbir şey yok.   (ne güzel özetlemiş canım benim :D)
-Kibir ile ahmaklığın birleştiği yerde bilinmeye değer bir sır olamaz. (da insan merak ediyor onu napcaz :D)
-Zaten birini sevmek istemiyorsanız her zaman bir bahane bulursunuz. ( ımm kem küm :D)

Ve son alıntı. Tam da çizimlerim için iltifat aldığım bir günün akşamında bu satırları okudum evet şaka değil bu tesadüf beni şaşırttı e tabi biraz da acıttı :D


Ve bu sefer gerçekten son :D ben bu romanda olsaydım eğer büyük bir ihtimalle Leydi Susan'ın uydurduğu hikayelerden biri olurdum.