23 Ocak 2020 Perşembe

Korku- Stefan Zweig


Korkularımızı yazmamız gereken bir etkinlikte (party hard) arkalı önlü bir sahife korku yazmış bir insan olarak; kitabın adı, beni onu okumama ikna etmeye yetti.

Arka kapağında yasak aşk teması gördüğüm kitapları genellikle saniyenin üçte biri süresinde yerine bırakırım. Bu zamana kadar kazara yahut ıztırarla okuduğum her aldatma/yasak aşk temalı kitaptan keyif aldımsa da başlangıçtaki ön yargımı kıramıyorum.

Nedendir bilmiyorum ama aldatma temalı kitaplardan tuhaf bir dinginlik havası alıyorum. İyi bir insan olma çabasının baskın olduğu kitaplarda sevgi, heyecan, öfke vb. duygular hissetsem de hiçbir hikayede o dinginliği bulamıyorum. İyi insan olma çabası daha doğuşunda kaygıyı da yanında getirdiğinden olacak en mutlu romanlarda bile o sakinlik yok. Cevabı çok açık aslında ama hiç insan doğası yargılayacak havamda değilim.

Bu benim ilk Zweig okuyuşumdu ve kitabın tek kusuru kısa oluşuydu. İstemeden kafiyeli konuştum. Yazının sonuna bir de şiir konduracağım galiba kendimi tutamıyorum.

Bir kitap iyi de olsa kötü de, hikaye de olsa roman da kısa olunca bağlanamıyorum. İlle uzun olacak okurken yoracak. Mazoşist miyim acaba ki ben. Ay o kapıyı hiç açmayayım.

Tam da hiç ihtiyacım olmayan bir elbiseyi aldığım için vicdan azabı çekerken kitabı okumaya başlamıştım. Irene'nin vermek zorunda olduğu paralar içimi ferahlattı. Dedim millet nerelere harcıyor parayı ben bir elbise almışım çok mu. Yoksa sığlığım gözlerinizi mi yaşarttı. Tamam siz beni terk etmeden  ben gidiyorum zaten 70 sayfalık kitaba bir cümle daha kurarsam kitap bloggerı çevrelerinden dışlanabilirim.

Demem o ki; bu ilk Zweig okuyuşumdu ama son olmayacak, teşekkürler.

Kimler okumasın: zaten aşka sevgiye inancım kalmadı bir de aldatmayı hiç çekemeyeceğim diyenler

Kimler okusun: Aşka sevgiye hala inancım var ama rahat batıyor diyenler.

22 Ocak 2020 Çarşamba

Jane Austen Kitap Kulübü 9. Toplantı Bilgileri

O kutlu an geldi.

Emma konuşacağımız tarih belli oldu!

Şahsen ben Emma'yı üçüncü kere okuyacak olmama bir kılıf bulduğumdan sebep mutluyum. İçimdeki bütün dünya kitaplarının sözcüsü ses "okunacak bir sürü kitap varken okuduğunu neden tekrar okuyorsun" dese de çok kulak asmıyorum. İzlenecek bir sürü film de var o bi' şey diyo mu yani, hiç!

Tamam, eğer isterseniz Emma'nın zengin olması sebebiyle Jane Austen'in yazdığı diğer baş kadın karakterlere benzememesinin olay akışına etkisini sosyoekonomik açıdan değerlendirebiliriz. Tamam, 19. yüzyıl Regency dönemi ve günümüz çöpçatanlık geleneklerini de karşılaştırabiliriz arzu ederseniz. Tamam; üst tabakanın üstlendiği, sosyal hayat ile nispeten yoksul kesim arasındaki kaynakları buluşturma görevinden bahseder, onu da günümüz sosyal refah devleti anlayışı ışığında ve var olan sosyal hizmet politikaları çerçevesinde de inceleyebiliriz. Ama ocak ayında kulübü yapamadığımızdan dolayı ben bir noktada artık lafı mecburen Bay Darcy'ye getirmek durumunda kalırım alınmaca yok, safi mecburiyet. Her şey Jane Austen Kitap Kulübü'nün yüksek yararı için.

2 Şubat 2020

Pazar

14.00

GalataPerform'dayız.

O zaman hadi görüşürüz.

Görüşür müyüz?

Görüşelim!

Soru, görüş ve önerileriniz için (profesyonellik(!) be);

Instagram: austenzedee
Twitter: austenzede
E-posta: austenzede@hotmail.com

Gelmenizi böyle bekliyorum


Ya gelmezlerse diye düşünüyorum.


Gelin


19 Ocak 2020 Pazar

Huzursuzluğun Kitabı- Fernando Pessoa

Uzun zamandır beni böyle kuşatan bir kitap okumamıştım. Hissettiğim şeylerin birkaç kelimeyle hop diye açıklanabilmesi beni mest ediyor. Huzursuzluğun Kitabı'nda da bunu yaşadım hep. Kitabın tek kusuru çok kalın olmasından mütevellit hiçbir çantaya sığmamasıydı. Birkaç kere dışarı çıkarken yanıma almak gafletinde bulundum ama omzum konuşabilseydi eğer "başlatma var olamayış sancılarından evde oku şu meredi" derdi herhalde buna neredeyse emin gibiyim.


Her ne kadar hemen bitirmemeye gayret etsem de sayfalar ellerimden kaydı gitti. Bu kitabı ilk kez okuma ayrıcalığını kaybettiğim için üzgünüm şimdi sadece. Kitaptan biraz Tutunamayanlar havası aldım. Fakat o ne görkemli tutunamayış be Pessoacığım. Farkında olanlar için insan olmak zor zanaat. 

Huzursuzluğun Kitabı okuması zahmetli olan kitaplardan. Hayatı kolayca yaşayabilenler kitabın sonunu getirmekte zorlanırken hayatı yaşarken duygusal/düşünsel savaş vermek zorunda olanların ise kitaptan aldığı tat apayrı oluyor. Burada hayatı kolayca yaşayanları küçümsemiyorum bilakis onları kıskanıyor ve onlar gibi olabilmek istiyor fakat her yeni gün olamayacağıma yönelik inancımla baş başa kalakalıyorum. 

Kitap birbirinden bağımsız yazılardan oluşuyor. Pessoa çok okuyan bir insan olmadığını söylese bile duygularını, düşüncelerini nasıl bu kadar arı bir şekilde açıklayabilmiş hayran olmamak elde değil. Belki de okumak insanı daha çok karıştırıyordur emin değilim.

Kitabın ilk yarısını daha çok sevdim. Sevdiğim diğer şeyse ıstırap molalarıydı. Keşke gerçek hayatta da bu olsa. Olumsuz hislere kapıldığımız an her şeyi bırakıp ıstırap molası verebilsek.

Çok konuştum. Zaten özet defterime altını çizdiğim satırları yazmam 28 sahife sürdü. Gideyim de parmaklarıma bunun hesabını nasıl vereceğim onun üzerine kafa yorayım ben. 

Kitabı kimler okumasın: coşkuyla uyananlar, evden çıkarken yanlarına neşeyi de alanlar, her şeyin yoluna girmesi için çözüm önerisi göğe bakmak olanlar, Instagram'da gördüğü bir mottoyla 3 saniye içerisinde motive olabilenler.

Kitabı kimler okusun: uyanırken neşeyi ve diğer bütün pastel şeyleri yastıkta bırakanlar, motive olabilmek için kendi olmaması gerekenler gerekenler, Instagram'da motto görünce göz devirip geçenler.

Daha önce okuyanınız varsa, kitabı kimseyle tartışamamak ıstırabından çekip alsın beni rica ederim.

Ve kitabın giriş cümlesiyle yazıya son veriyorum.

"Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan. Hayatımı toprağa veriyorum."

18 Ocak 2020 Cumartesi

Gurur ve Önyargı LGBTİ Uyarlaması Filmi: Before The Fall



Jane Austen'e ucundan kıyısından değen her bir şeyi izlemeye/okumaya toprağa diz vurarak ant içmişler kulübünün istikrarlı bir üyesi olarak BecomingAusten'in haber vermesi üzerine Gurur ve Önyargı'nın LGBTİ uyarlaması olan Before The Fall filmini izledim. Yazı spoiler içerebilir.

Film 2016 ABD yapımı. İsimler ve bazı duygusal ilişkiler dışında orijinal hikayeyle senaryo arasında çok benzerlik göremedim ben. 

Elizabeth Bennet, Ben Bennet olmuş ve gey bir erkek karakter olarak karşımıza çıkıyor. Kendinizi yormadan tahmin edebileceğiniz üzere kendisi bir avukat. Avukatlık dışında bir de gazetecilik yakıştırılıyor zaten Lizzy'ye fazla seçeneğimiz yok. 

Ben Bennet babasını yani Bay Bennet'ı alkolik, öfkeli ve kötü biri olarak tanımlıyor.  Ben Bennet annesini ise babasını idare eden bir kadın olarak tanımlıyor. Bayan Bennet :)) idare eden :)) alttan alan :))) 

Filmde "Bennet kardeşler" yok. Herkes arkadaş. Eyy amariga yine mükemmel, harika, olağanüstü aile kurumuna saldırıyorsun, yapma. Kitty ve Lydia karakteri gey erkek karakterler olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu filmde de eğlenmekten başka bir şey düşünmüyorlar sıkıntı yok.



Charles Bingley, Chuck Bingley olarak karşımıza çıkıyor. Kendisi heteroseksüel ve doğa aktivisti. Şehirden uzakta suyu olmayan bir kulübede yaşıyor. Çok affedersiniz sığlığın en sempatik temsilcisi olan Charles Bingley'ye neden böyle bir rol yazmışlar anlayamadım. Açık havada gezmeyi kitap okumaya tercih eden Bingley karakterinden "açık havayı" cımbızla çekip almışlar.

Jane Bennet ise Jane Gardiner olarak arzıendam ediyor. Ben Bennet'ın çocukluk arkadaşı.



George Wickham orijinal adını taşıyan tek karakter. Wickham baştan itibaren kötü bir adam. Ben Bennet'ın ona aşık olur gibi oluşuna anlam veremiyorsunuz. George Wickham'ın kötülüğünün modernize hali ise cinsel kimliğini gizleyerek insanları duygusal olarak istismar eden ve çıkarcı bir avukat kişi olmasıyla vücut buluyor. Darcy ile ilişkisi de avukat müvekkil ilişkisi. 



Gelelim Bay Darcy'ye. Bay Darcy; gey, yoksul, alkolik, çocukluk travmaları olan, agresyon seviyesi zaman zaman yüksek, öz saygısı düşük bir erkek. Imm şeyi unutmuşsunuz; engellilik ve yaşlılık. Literatürde dezavantajlı kesimler arasında onlar da var keşke bir kere daha üzerinden geçseydiniz. Aslında filmlerde diğer insanlara göre nispeten daha zor hayatlar yaşayan karakterleri iyice dramatik göstermek bana onu istismar etmekmiş gibi geliyor. Sanki biri masanın başına oturuyor ve akla ilk gelen bütün zor yaşam koşullarını karakterin omuzlarına yüklüyormuş gibi geliyor. Kötü bir karakteri nefes aldığı her saniye kötülük düşünüyormuş gibi göstermek de keza öyle. 

Bay Darcy ve Lizzy'nin toplumsal statüsü de orijinal hale göre tamamen zıt. Ben Bennet parayı ve statüyü elinde bulunduran konumda ve Bingley ile Jane'i ayıran da o. Darcy ise kendinden nefret eden içe dönük bir karakter. La bu Darcy size ne etti demeyeyim demeyeyim diyorum ama dedim gitti. Bu arada Caroline Caty ismiyle Darcy'nin sevgilisi rolünde. Burada da gudubet burada da sinsi. 



Tamam uyarlamalar birebir orijinal hikayeyi anlatmak zorunda değil ama IMBD tanıtımında Gurur ve Önyargı yazmasa ben ihtimal vermezdim. LGBTİ, gurur, ve ön yargı gibi çok güçlü kavramları ellerinde bulunduruyorken alkolizm vs üzerinde çok durmaları beni üzdü. Cinsel kimliğiyle abartılı gurur duymak veya cinsel kimliklere ön yargılı yaklaşmak üzerine daha çok düşündüren bir film de yapabilirlerdi konu buna çok müsait ama o zaman da yine yukarıda bahsettiğim dramatize etme yoluyla istismara girerdi sanırım. Ay kafam karıştı. En iyisi ben gideyim. Teşekkürler.


17 Ocak 2020 Cuma

Mim- Blog Yazmaya Nasıl Başladın?

Blog okuma kültürü olmayanların "mim ne be" dediklerini duyar gibiyim. Blog yazmaya başlamadan önce doğru düzgün bir (1) tane bile blog yazısı okumadığımdan -bundan çok utanıyorum ya ama blog okumaya başladım eskisi gibi değilim artık- ben de hala bu kavram nereden çıkmış bilmiyorum. Ama mim olayını bloggerlar arasındaki bir çeşit komşuluk olarak algılıyorum ben. Biri sizi bir yazı temasında yazmaya davet ediyor siz de tabağı boş göndermiyor bir şeyler yazıyor ve başka bloggerları da tabağı boş göndermemeye davet ediyorsunuz. Beni bu sefer sevgili İçimdeki Yaz mimlemiş. Kendisine teşekkür ediyorum ve hikayeme geçiyorum. Onun mimine buradan ulaşabilirsiniz. 

Seneeğ 2013. Mütemadiyen Jane Austen konuşmak istiyor, Gurur ve Önyargı tartışmak arzusu ile yanıp tutuşuyor, Willoughby yerme isteğiyle dolup taşıyor fekat muvaffak olamıyorum. Yakın çevremdeki herkesin -sağ olsunlar- lafı her Jane Austen'e getirişimde çevik göz devirmelerle bu düşüncelerimi gidip günlüğüme yazmamı salık vermelerinden cesaret bulmuş olacağım Twitter hesabı açmaya karar veriyorum. Belki Jane Austen seven birileriyle tanışır azıcık kitaplarından konuşuruz derdindeyim. Bu süreçte üç kelimeyle anlatabileceğim şeyi 32 kelimeyle anlatmaktan, asıl anlatacağım konuya gelmeden kafamda başı boş gezen düşüncelerle etrafında bir tur atmaktan, süslü peruklu pudralı kelimeler kullanmaktan çok hoşlanmaya başlıyorum ve Twitter'ın 140 karakteri bana dar geliyor. Ablam sürekli blog açmam için beni teşvik ediyor hatta bana bir blog açıyor tasarımını düzenini yapıp önüme seriyor ve ben de başlıyorum yazmaya. Ve olaylar gelişiyor.

Ciddiyet Molası

Blog yazmaya başladığımda bir iki kişi okur Jane Austen'den konuşur eğleniriz diye düşünüyordum çünkü blogun teması çok spesifikti. Ama 17.01.2020 itibarıyla yazıların tam 213.770 kez görüntülenmiş olmasına bakıp mutlu oluyorum. Beni düşüncelerimle yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim ve yaptığınız yorumlar için de. Her biri benim için çok kıymetli desem klişe bir cümle olacak o yüzden demiyorum. Ben kendim okurken eğlenmediğim hiçbir yazıyı yayınlamadım bu süreç boyunca. Umarım siz de okurken keyif alıyorsunuzdur. 

Ciddiyet Molası Bitti

Blog aleminde hala çok acemi olduğum için yazıyı okuyan herkesi mimi yapmaya davet ediyorum. Ve düşüncelerinizi benimle paylaşmaktan kendinizi alıkoymayın rica ederim. 

Hoşça kalın.

14 Ocak 2020 Salı

Bay Knightley Neden Bi' Bay Darcy Olamadı?

Nice revnaklı Bay Darcy'ler görülür edebiyatta, lakin efsunlu Bay Knightley'leri de sensin yazan, şeklinde acıklı bir giriş yapsam benden nefret eder misiniz?


Bakın; geçmişinden günümüzüne, klasiğinden best sellerına, popüler kültüründen kültüne, fantastiğinden bilim kurgusuna, sinemasından edebiyatına, dizisinden animesine, romanından hikayesine, klasisizmden dizüstü edebiyatına bu kafayı pek çok aşk duygusu safsatasıyla doldurdum ama "seni daha az sevseydim sevgimden daha çok söz ederdim" cümlesini aşamıyorum. Durum bu iken Bay Knightley'nin hak ettiği konumda olmaması yepelek ruhumu derinden etkiliyor (!) Bay Knighltley'nin adının sık zikredilmiyor oluşu kanıma dokunuyor (!!)

Aslında bu konuya Jane Austen Kitap Kulübü'nün Emma toplantısında değinmeyi düşünüyordum ama kulüp şubata sarkınca konunun aciliyetini de göz önünde bulundurarak yazayım açıklığa kavuşturalım istedim. (Sevgili bu yazıyı okuyan kulüp üyeleri hadi yine ucuz atlattınız.)

Bugün, herkesin kesinlikle en az bir kere düşündüğüne neredeyse emin gibi olduğum ama neden dile getirilmediğini asla ama asla anlayamadığım bir konuya parmak basmak için buradayım. Bay Knightley neden atanamayan Bay Darcy muamelesi görüyor yahu? Zihninize iyice bakın dostlarım, yapılması gereken işlerle rahatsız eden düşüncelerin arasında bir yerlerde muhakkak olacak bu soru. 

Biritişlikse biritişlik, asaletse asalet, toprak ağalığıysa toprak ağalığı, kibarlıksa kibarlık, olgunluksa olgunluk nedir yani. 

Başlangıçta kötü olup sonradan iyi olan bir roman karakterini kolayca bağrımıza basabiliyorken en başından beri iyi olan karaktere asla gelemiyoruz. İllaki bir iki kalp kıracak, üç beş kişi üzecek gerçek sonradan ortaya çıkacak Ankara'dan abim gelecek evde bir bayram havası olacak vs. vs. 

Ne o, ne bu! Emma sosyoekonomik olarak Bay Knightley'den aşağı bir seviyede yer alsaydı bence Emma kitabı herkesin adını bildiği klasikler arasında başı çekerdi. Ama yok Bay Knightley gitti kendi sınıfından biriyle evlenmek gafletinde bulundu. Ve üzgünüm Knightley beyciğim ocak dışısın.


Oh ya ne güzel hayatımda hiçbir sorun yokmuşçasına; anlamlandıramadığım, içinden çıkamadığım hiçbir mesele kafamda dönüp durmuyormuşçasına bu yazıyı yazdım. Bi' ferahlık geldi. Işığa doğru mu ilerlesem?

Siz ne düşünüyorsunuz?

A- Düşünmüyorum Austenzedeciğim
B- #bayknightleyleratamabekliyoracil50binkadroçokacil
C- Bay Darcy dururken ne yapacaklardı acaba
D- yok ben ısrarla düşünmüyorum (kırıcı)
E-  Bay Knightley kim

11 Ocak 2020 Cumartesi

Evlilik Baskısı ve Miss Austen Regrets Filmi

Yine dayanamayıp Jane Austen neden evlenmedi temalı film izledim. Bakın çok bilimsel bir cevap vereceğim Jane fazla zekadan evlenmemiş. Hani olur ya aşırı yaramaz çocuklarına eser miktarda toplumsal kabul edinebilmek için 'zekadan yerinde duramıyor' diyen anneler heh işte şu an kendimi onlar gibi hissediyorum.


Film 2008 yapımı. Jane Austen'in ilk üç romanını yayınladıktan sonraki zamanda geçiyor. Yeğeni Fanny evliliğe doğru ilerlerken Jane'den akıl almak istiyor ve biz de bu süreci izliyoruz. 

Bu filmde çok güçlü ve mağrur bir kadın olarak gösterilmiş Jane. Bu zaman kadar izlediğim/okuduğum her şeyle karşılaştırınca sanki Jane Austen gerçek kişiliğine en yakın halinde yansıtılmış gibi geldi bana. Ayrıca eserlerindeki akılcılık ve romantizm yergisi çok iyi ifade edilmişti. Filmi bu sebeplerden sevdim. Süresi de 85 dk çok sıkmadan hızlıca ilerliyor.

Filmin adını neden Miss Austen Regrets koymuşlar onu anlamadım ama bence Miss Austen Flörts olsa daha iyi olurmuş. Çünkü filmde Jane Austen'in yarınlar yokmuşcasına flört edişine şahit oluyoruz. 


Filme göre Jane'in durumu 'sevdim sevilmedim sevenin entelektüel kapasitesini kendime eş göremedim' şeklinde yansıtılmış. 

Jane Austen kitaplarını her daim yan cebinde, şapkasının içinde, koltuğunun altında taşıdığını söyleyen adama değinmeden edemeyeceğim. Hatalı yürüme nedir nasıl yapılır'ın örneği gibiydi.

18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başında yaşayan İngiliz beyefendileri, tamam para sizde olabilir, güç de sizde olabilir, toplumsal kabul de sizde olabilir, politik güç de sizde olabilir, tamam söz hakkı da sizde olabilir, tüm meslekler de sizde olabilir ama azıcık sosyal zekanızı geliştirmeye çalışsaydınız be kardeşim.

Filmde 18. yüzyılda doğup 21. yüzyılda bile hala eskimeyen mizah anlayışına sahip bir kadının çırpınışlarına şahit olmak beni üzdü. Bence espri anlayışı olmayan insanlarla sohbet etmek bir çeşit işkence türü olarak kabul edilmeli Çinlilerle bu konuda bir konsensüse varılabilir. Hele espriyi ciddiye alarak sohbeti sürdürenlerin şerrinden sana sığınırım ya Rabbi.

-Spoiler- 
Hem kibar hem entelektüel seviyesi diğerlerine göre üstün olan tek kişinin şerefsizin teki çıkması da beni üzdü dostlarım. Yazık.
-Spoiler-

18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başı İngiltere'sinin evlilik baskısı azapta Birinci Dünya Savaşı'yla kafa kafaya gelir gibi geliyor artık bana yemnediyorum. Jane Austen'de de iyi sabır varmış. Herkes yedi yirmi dört evlilik baskısı yaptı resmen kadına. En son annesinin ağladığı yerde ben bile evlenmeye ikna olur gibi oldum.

İş bulmadan önce her köşe başını kesmiş "hala iş bulamadın mı" sorularının en istekli sahibi devler, ben iş bulur bulmaz sorularını medeni halime yönelttiler. Twitter'da gördükçe şaka sanıyordum, değilmiş. Çalıştığım yere adım atmamın üçüncü dakikasında medeni halimin sorulması yetmezmiş gibi dördüncü gününde de 'nasıl özellikler istiyorsun bulalım' önerisiyle karşı karşıya geldim. Yaşama sevginizi yine de taktir ediyorum ben ama o ayrı, helal olsun cidden bak.

Sözün özü Jane Austen seviyorsanız filmi izleyin ve medeni hal sorularının yorulmaz savunucuları, nefesinizi arada yemeğinizi üflemeye de saklayın rica ederim ve iyi geceler.

7 Ocak 2020 Salı

3- Standart Güzellik Kalıplarına Standart Olmayan Bir Yergi

Bu yazı eser miktarda Anne with an E spoilerı içerebilir, teşekkürler.

Diziyi izledikçe Anne ile empati kuruyor, onda kendimden parçalar buluyor ve Anne'in ağzından çıkan her bir cümle üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum itirafımdır.

Diziyi izleyenlerin bileceği üzere Anne 16. doğum gününe kadar her dua edişinde büyüyünce güzel bir kadın olma isteğini dile getiriyor ama 16. yaşına günler kala bu isteğinden vazgeçiyor. Anne, hala standart güzellik kalıplarına sahip bir insan olmadığını kabullenemediğini ama artık anladığını söylüyor ve bundan üzüntü duymuyor. Hayatta keşfedecek daha önemli şeyler olduğunun farkına varıyor. Anne aslında zamanının standart güzellik kalıplarına uymayan her insanın hayatlarının belli dönemlerinde mutlaka yaşadıkları aydınlanmayı yaşıyor. Dizi konuyu şimdilik burada kapatıyor ama benim söyleyeceklerim var.

Aslında biraz sonra yazacaklarımdan daha önce söz ettiğimi hatırlıyorum ama hangi yazı olduğunu bulamadığım için şimdiki düşüncelerimmiş gibi bir tavır takınacağım.

Standart güzellik kalıplarına sahip olmamanın insanı olgunlaştırma kudreti herkesçe bilinen bir gerçek olmalıdır bence. Anne'in fikir değiştirmesinin sebebi de bu. Safi güzel olmaları sebebiyle her sözü destek bulan, her esprisine gülünen, elini sallasa elli onaylanmayla karşılaşan bir insandan içgörü sahibi olmasını beklemek 21. yy'da Bay Darcy'yi beklemekle eş değer bence. (Nasıl da ansızın lafı Bay Darcy'ye getirdim değil mi aslında ben de hazırlıksız yakalandım. Oysa cümleyi kurarken 'çölde yağmuru beklemek' tabiriyle devam etmeyi düşünmüştüm ama sonra uzun zamandır lafı Bay Darcy'ye getirmediğimi fark eden ellerim kılişe tabirin gözünün yaşına bakmadı dostlarım)

Onay görmenin büyüsüne kapılmayıp olanları dışarıdan seyretmek insanı olgunlaştırıyor. Dış görünüşle ilgiyi kesmek içgörü yeteneğinin selameti için ise bulunmaz bir nimet. Önemli olan iç güzellik klişesine alet olmak istemiyorum ama lafı standart güzellik kalıplarının olmadığı yerde iç güzellik hayatta kalma içgüdüsünün teşvikiyle çiçek açar demeye getiriyorum. 

4 Ocak 2020 Cumartesi

2- Huzursuzluğun Kitabı ve Bencilliğe Övgü

Merhaba.

Aslında size ilk iş günümden, bir önceki işinde 12 saat mesai yaparken 8-5 çalışmaktan yakınıldığını görünce boş bakan ben'den, ilk iş günlerinin zorluğundan da söz edebilirim ama bu bahsi ivedilikle kapatıyor ve Pessoa'dan laflamak istiyorum.

Pessoa ile 2019 aralık sonu tanışma şerefine eriştim. Huzursuzluğun Kitabı'nı bitmesin diye azar azar okuyorum. Gerçi kitabın 700 küsür sayfa olmasının ve hiçbir çantaya sığmamasının da azar azar okumamda parmağı olabilir.

Öylesine arkadaşlarınızla konuştuğunuz bir konunun birkaç dakika içinde telefonunuzda reklam olarak çıkması artık bizler için sıradan bir hadiseden ibaret ama geçenlerde yaşadığım şey beni korkuttu. Kardeşimle konuştuğumuz konuyu 5 dk sonra Huzursuzluğun Kitabı'nda okudum. Galiba kitabın şirazesine siyah seloteyp yapıştıracağım kendimi tutamıyorum.

Pessoa'nın da benimle hemfikir olduğu konuya gelirsek; ikimiz de bencilliğin bir üstün insan özelliği olduğunu düşünüyoruz. Yani ben bunu düşünmeye yeni başladım. Birkaç hafta öncesine kadar bencilliği tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak gören ben şimdi tam tersini düşünüyorum.

Başkasının iyiliğini düşünmek beyhude bir çabadan ibaret. Bazen kendini bile neyin mutlu ettiğini bilemeyen insanın başkasına neyin iyi geleceğini bildiğini iddia etmesi dümdüz hodperestlik. İyilik yaptığımızı düşünürken aslında karşımızdaki kişiye belki de dünyanın en büyük kötülüğünü yapıyor olabileceğimiz düşüncesi bile beni Mrs. Bennet'ın zavallı sinirleri gibi geriyor.

Ouf düşüncelerimin Hogwarts'ın merdivenleri gibi yer değiştirmeyi sevmeleri başımı döndürüyor artık ve iyi geceler.

2 Ocak 2020 Perşembe

1- Anne with an E ve Duygusal İnsanlar

Merhaba, bu yıl buraya daha çok şey yazmaya karar verdim. Bir çeşit düşünce günlüğü de diyebiliriz. Şimdi ilkini okuyacaksınız, teşekkürler.

Az önce Anne with an E dizisinin 2. sezonunu bitirdim. Ve bu yazıda diziyi izlerken aklıma gelenleri yazacağım.

Bu zamana kadar pek çok şeyi ötekileştirdik, sosyal dışlanmaya maruz bıraktık hatta ırkçılık yaptık. İnsanlığın mazisi bu hikayelerle dolu ama tarih sadece bir şeyi görmezden geliyor. Duygusal insanlara karşı yapılan ayrımcılık! 

Akılcılarla duygusallarınki öyle bir savaş ki kan dökmek yasak ama boğmaya istediğiniz duygudan başlayabilirsiniz. Çoğunluğun sözünün geçer akçe olduğu bu dünyada maalesef duygular yük vagonunda gitmek zorunda. 

Anne with an E'yi izlerken bunu düşünmekten kendimi alamadım. Anne'in bir şiiri kelimelerin hakkını vererek okuduğu için yahut sık kullanılmayan süslü bir kelimeye alelade bir konuşmada yer verdiği için yerildiğini gördükçe öfkeleniyorum.

Şu sıralar hissetme yeteneğini yeniden kazanmak için çabalayan bir insan olarak bu birkaç günümü bunu düşünmeye ayıracağım. Endişe bi' dur allasen bahsettiğim duygu sen değilsin. 

Yarın benim için önemli bir gün. Yeni ve uzun süreli olmasını ümit ettiğim işime başlayacağım. Duygusalların iyi dileklerine ihtiyacım var akılcılar ilk bir ay kabus diyor çünkü.

Münir Nurettin Selçuk'tan Tereddüt şarkısını tüm duygusallara armağan ediyor ve iyi geceler diliyorum.