25 Ağustos 2024 Pazar

Jane Austen Kitap Kulübü #36 Koleksiyoncu

Jane Austen Kitap Kulübü 36. toplantısını 20.07.2024 tarihinde gerçekleştirdi.  Bir önceki toplantıda aynı hikayeye farklı karakterlerin gözünden bakmayı sevdiğimizi konuşurken kulüp üyelerimizden Sueda'nın önerisiyle John Fowles'ın Koleksiyoncu'sunu okumaya karar verdik. Başlangıçta eserin konusu münasebetiyle çekinsek de hikayenin üslubu sayesinde rahat bir okuma seyri yaşadığımızı fark ettik.


Genel hatları itibarıyla hepimiz romanı sevmiştik. Üzerinde en çok durduğumuz konu ise "Bir insan neden sever/ aşık olur?"du. Yukarıda da değindiğim üzere kitabın üslubu da hepimizden geçer not almıştı.

Yazarın her iki karakter gözünden de hikayeyi anlatımını sevmiştik. Erkek tarafın gözünden bakarken empati yoksunluğu ve kadın tarafın hisleri asla anlayamayışı en çok dikkatimizi çeken unsurdu. 

Bir kaçırılma ve alıkonma hikayesi okuyacağımız için gerileceğimizi düşünürken yazarın olayları doğal bir anlatımla yumuşatması bizi şaşırtmıştı. Fakat sonraki süreçte de bu doğallık ve kolaylık hatta basitlik tüylerimizi ürpertmişti. 

Yazarın daha önce başka kitaplarını da okuduğumuz için kadın karakterlerin gözünden anlatımdaki başarısını da takdir etmeden geçemedik.

Bir süre de koleksiyonculuk/ koleksiyoner olmak üzerine düşüncelerimizi masaya yatırdık. Romanda koleksiyonculuk eleştirisi mi var yoksa bu kavram bir metafor olarak mı kullanılmışın üzerinde gezindi düşüncelerimiz. İnsanın biriktirme davranışı, bu davranışın bilinçaltı yansımaları ve bundan ne gibi bir kazanç elde edildiği üzerinde de konuşmadan geçemedik. Hiçbir faydası olmayan eşyaların gözümüzün önünde topluca durması, bir türün her ürününe sahip olmak bizi neden rahatlatıyordu? Sahilde bir deniz kabuğu görünce onu cebimize atmaktan neden kendimizi alıkoyamıyorduk? 

Ana karaktere yönelik verdiğimiz üzülme molasının hemen ardından ise acaba para ve zaman kaygımız olmadan daha kötü canlılar mı olurduk sorusunu enine boyuna irdeledik. Bu kaygıların olumsuz duyguları kontrol altında tutmayı ya da belki de unutmayı sağlayıp sağlamadığı üzerinde fikir teatisinde bulunduk. 

Uzunca bir süre de aşk ve sevgi gibi kavramlar üzerinde düşündük. Başkasını sevme başkasına değer verme gibi görünen davranışların özünde yine bencil duygular barındırdığını fark etsek de bu davranışları neye dönüştürüyorsak o kadar iyi ya da kötü olduğumuz sonucunu çıkardık. 

Biz tam bunları konuşurken odama giren bir kelebeğin kulağıma girmeye çalışmasıyla kanımın tüm vücudumdan çekilmesi bir oldu. Tesadüf olmasını umduğum bu epik an tüm okuma deneyiminin bende oluşturamadığı korku duygusunu saniyeler içinde yaşattı :( 

Bu kitabı okumuşken ana erkek karakter özelinde insanların sevme davranış biçimlerine de değinmesek olmazdı. Olumlu bir karşılık gördüğümüzde neden soğuma davranışı gösteriyoruz'dan hareketle biraz Bay Darcy'de soluklandık. Şaşırdınız değil mi? Evet bazen kayboldum sandığınız yollar sizi deniz manzarasına çıkarır dostlarım. Bunu sakın unutmayın(!).

İnsan yetiştirmede empati'ye ağırlık vermenin önemini daha iyi anladık. Baş karakterin hiç roman okumaması vurgusundan güç alarak empati duygusunun gelişiminde roman okumanın yeri üzerinde savuşturduk düşüncelerimizi bir müddet de. Ve toplumdaki pek çok sorunun -özellikle suç davranışı- empatinin içselleştirilmesiyle çözülebileceğiyle hemfikir olduk. 

Kitaptaki Jane Austen referansları ise hepimizin altını çizdiği satırlar arasındaydı. Yazardan güç alarak biraz da Jane Austen konuşup toplantımızı sonlandırdık. 

Bu kitabı okuduktan sonra artık hiçbirimiz sahilde bulduğumuz deniz kabuğunu kaygısız bir şekilde eve götürüp koleksiyonunu yapamayacağız büyük bir ihtimalle.

Bir sonraki kitabımız ise Shirley- Charlotte Bronte.