31 Aralık 2019 Salı

2019 Muhasebesi

Merhaba,

Bir geçmiş yıl muhasebesi yapıp çıkacağım siz bana takılmayın.

Fark ettim de marttan beri neredeyse hiç kulüp harici  yazı yazmamışım.

Beni gerçek hayatta tanıyıp da blogumdan haberdar olanların sayısı arttığı için Mrs. Rottenmeier tabir ettiğimiz otokontrol sistemim devreye girdi ve maalesef artık blog tahtıma keyfimce kurulamıyorum. 

Gelelim 2019'a.

Bu yıldan o kadar ümidim yoktu ki her yıl düzenli ajanda kullanan ben bu yıl "2018 ajandasının son sayfaları boş, önemli bir şey olursa oraya yazarım zaten yaşamıyorum" diyerek yıla giriş yapmıştım. 

Ve şu an 2018 ajandasının son sayfalarına sığdırmaya çalıştığım kargacık burgacık  yazıları çözmeye çalışarak bu yazıyı yazıyorum.

Ocak ve şubat beni sukut-u hayale uğratmadan "hiçbir şey olma" görevlerini icra edip hayatımdan çekildiler.

Ve mart ayında yıllardır hayal ettiğim kitap kulübünü kurma cesaretini gösterebildim. Kulübü kurma sürecinde beni bir an olsun yalnız bırakmayan anksiyete ve obsesif kompulsif bozukluklara teşekkür etmeden geçemeyeceğim. 


(ilk toplantıdan)

Jane Austen Kitap Kulübü ile toplamda 8 toplantı gerçekleştirdik. 2'si film gösterimiydi. Bir kere de Jane Austen harici okuduğumuz birkaç kitabı konuşmak için buluştuk. Bu süreçte şahane insanlarla tanıştım. -Bunu alelade bir cümle olsun diye yazmadım, gerçekten şahane insanlar- Ortak okuduğun kitapları tartışabildiğin, benzer heyecanları paylaşabildiğin insanlarla muhabbet etmenin keyfini bu yıl daha iyi anladım. Sevgili kulüp üyeleri yakanızı bırakmayacağımı bildirir gözlerinizden öperim, akrabalara selam.

Martta hayatımda ilk defa bir işe girdim. Trajikomikti. Gerçekten komik gelmeye başladığı bir zamanda onu da anlatacağım. İşe dair en güzel şey yakınında kahveci olmasıydı. Orada tek başıma oturup bazen bir şeyler okuduğum, bazen boş baktığım, bazen Instagram Keşfet'te yolumu kaybettiğim, bazen insanları gözlemlediğim, bazen sevgili kavgalarını dinlediğim anları çok özleyeceğim.






Bu yıl 32 kitap okudum. Ve bu okuma faaliyeti bütünüyle toplu taşıma araçlarında gerçekleşti. Bu yıl evde oturup kitap okumayı özledim.

78 film, 12 dizi izleyip 4 konsere gittim. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum ceviz çalışma masasını aldım. 

Kasım ayında atandım. İki buçuk yılın ardından oldu aman canım geç olsun da.. gerçi güç de oldu neyse iyisi mi biz bu bahsi kapatalım. 

Bu yıl aslında en çok acı çektiğim yıl oldu. 2019 bazı şeyleri kafama vura vura öğretti bana. Kolayken bile zor olan hayatın zorken ne kadar zor olabileceğinin idrakine acı bir şekilde vardım. Bazen bütün gün tüm gücümü gözyaşlarımı tutmaya harcadığım günler de oldu. Bazen de "ee bir sürü iyi haber aldım ne yapılır ki bu kadar mutlulukla" diye düşündüğüm günlere de şahit oldum. Ama biri çıkıp bunların hepsi kafanda gerçekleşti dese "tamam" diyecek bir ruh halindeyim.

Kişisel olarak kendimi aştığım bir yıl oldu bu aynı zamanda. Sınırlarımın dışına çıktığım ve bundan keyif alabildiğimi gördüğüm bir yıldı. 

Yeni yıl hedeflerimi de yazıp el şamdanımdaki mumu yakmaya gidiyorum. Mumum yanışını seyrederek düşünmem gereken şeyler var da.


Yeni yıl hedefleri
1- Yeni tanıştığın bir kişiyi üçüncü saniyede idealize etme
2- Biraz da başkalarından nefret et
3- Kendine verdiğin sözleri tutma
4- Gerçekten elzem değilse erken uyanma
5- 'Düşene ve tişörtünü ters giyene' de gül
6- Olumsuz bir durumla karşılaştığında hemen nedenini sorgulama sadece üzül
7- Konuşmaya üşenme
8- Para biriktirme
9- Hiçbir akademik faaliyete girme
10- Ciddiye alma

Geçenlerde makale okurken duygusal bir araştırmacıya denk geldim. Yaşlılıkla ilgili çalışmasına şu cümleyle başlamış. Ve bu yıl bu cümleyi kılavuzum ilan ediyorum.

"Yaşama yıllar ekledik şimdi yıllara yaşam eklemeliyiz."

Mutlu yıllar.

25 Aralık 2019 Çarşamba

Jane Austen Kitap Kulübü #8 Film Gösterimi: Sense and Sensibility ve Becoming Jane

Merhaba,

Bir, toplantıya katılamayanların üzerinde "keşke katılabilseydim Allah kahretsin ya of" ve katılanların üzerinde "keşke hiç bitmeseydi rüya gibiydi, harikaydı, muhteşemdi" etkisi bırakma yazısına daha hoş geldiniz.


-Yazı Sense and Sensibility ve Becoming Jane filmlerinden spoiler içerebilir-


(Her seferinde heyecandan doğru düzgün fotoğraf çekmeyi unutuyorum ben eğitilmem teşekkürler)

22 Aralık Pazar günü, film izlerken ne yiyeceğiz ve de ne içeceğiz krizini atlatır atlatmaz saatlerimiz üçe yaklaşırken gösterimimize Duygu ve Duyarlılık izleyerek başladık. 

Normalde toplantı yazılarında ne konuştuysak onu yazıyorum ama bu sefer bir izleme etkinliği yaptığımızdan mütevellit bunu yapamayacağım. Ben de filmleri izlerken kafamdan geçenleri yazmaya karar verdim. Unutturmayın da size bir ara narsisistik kişilik bozukluğumun hangi elim hadiseyle mevcudiyet gösterdiğini de anlatayım.

Şu sandalyeyi şuraya mı koysaydık, ses yüksekliği iyi mi, görüntü net mi, Colonel Brandon'ın mükemmelliği perdeye tam yansıyabiliyor mu, herkesin keyfi yerinde mi, suratı kaşık kadar kalan ve beslenmesi gereken yahut sırtına havlu konması gereken üye var mı sanrılarımdan sonra filme odaklanabildim.

Acımasızca olmasına rağmen Fanny'nin bir insanın düşüncelerini değiştirebilme konusundaki yetisine -yine- hayran olmadan edemedim.

Duygularını ifade etmede bir gün gibi açık olan Marianne'i kıkanmadan geçemedim.

Ve her türlü olay karşısında bir duvar gibi olan Elinor'la empati kurmadan huzura eremedim.

Jane Austen'in yazdığı en iyi anne figürünün bulunduğu bu hikayede Jane Austen'in annesinin nasıl bir kadın olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamadım. 

Edward Ferrars'ın hikayeye dahil olduğu sahneyi gözlerimi devirmeden geçemedim.

O dönemde yaşasaydım muhtemelen evde kalıp 25'imi göremeden açlıktan öleceğim fikri dimağımda şöyle bir esip geçse de hemen aklıma 21. yy'da olduğum gerçeğini getirdim.

Willoughby'nin beyaz atıyla geldiği sahnede kafamda "hiç sende insaf yok mu can alır ellerin, hiç sende vicdan yok mu sızlamaz yüreğin" şarkı sözleri çınladıysa da onlara yüz vermeyip sabırla Willoughby'nin şerefsizin teki çıkmasını bekledim.

Colonel Brandon'ın Marianne'in piyano çalışını dinleyerek girdiği sahnede nefes almayı kendime hatırlatmam gerekti.

Steele kız kardeşlerin geldiği sahnede 9 saniye kadar bu kızlar aptal mı yoksa sinsi mi diye düşündümse de evlenmemenin açlıkla eş anlama geldiği bir devirde bir erkek için dolaplar çevirmenin çok da kötü bir şey olmadığına kanaat getirdim.

Marianne'in aşk acısından bitap düştüğü sahnelerde onu anlamaya çalıştımsa da muvaffak olamadım.

Ve Edward Ferrars'ın yeniden sahneye çıkışı ve gözlerimi devirmem vs. vs.

Edward Ferrars'ın yanlış anlaşılmalara açıklık getir(ebil)diği ve Elinor'un göz yaşlarına boğulduğu sahnede benim de gözlerim doldu ama benimki üzüntüdendi Elinor galiba mutluluktan ağladı onu tam anlayamadım.

Albay Brandon'ın Marianne'e kitap okuduğu sahnede aklımdan geçenlerse... neyse.

The End

İkinci filme geçmezden önce kısa bir ihtiyaç molası verdik. Burada ihtiyaç, fotoğraf çekmek ve 2005 yapımı Aşk ve Gurur'daki evlilik teklifi sahnesini tekrardan izlemek oluyor. 

Mr. Darcy'nin etkisinden çıkar çıkmaz - gerçi bu mümkün mü bilemiyorum- Becoming Jane'e başladık.

Becoming Jane'in başlangıcında aklıma Jane Austen'in kardeşinin onun hayatını "olaylı bir yaşam değildi" şeklinde tanımlaması geldi. Sağ olsunlar (!) filmi yapanlar da Austen'in hayatından sıkıcı olayları atıp neşelilik potansiyeli olan küçük ayrıntıları abartarak anlatmışlar.

Havanın kararması ve İngiliz aksanının ruhumda acıklı bir duygusallaşmaya sebebiyet vermesiyle Jane Austen'de bir başkaldırı arama timine hak verir gibi oldum. O devirde evlenmeyip herkesin burun kıvırdığı türde yazar olma cesaretini gösterebilen bir kadın olmak bir başkaldırı değil de ne?

Tom Lefroy'un Jane Austen'e yaşam deneyimi ile ilgili ders verdiği kısımlarda içimden biraz ağır konuşmuş olabilirim. 

Filmdeki son dans sahnesinde Tom Lefroy'un Jane'in karşısına çıktığı anda çalan müzikteki değişimin farkına vardım ve ardından teklifsiz bir gülümseyişin gelip yüzümde konumlanmasına engel olamadım.



Tam olarak 1.18'den bahsediyorum


Kaçış sahnesi yepelek ruhuma fazla dramatik geldiği için o sırada telefonuma bakmış olabilirim ama siz yine de dikkatle izlediğimi düşünün rica ederim.

Ve son sahnede Tom Lefroy'un "Jane!" deyişi ve kalpler paramparça... Neyse ki sonra erkeklerin çocuklarına unutamadıkları sevgililerinin ismini koyma fantazisine sinirlenmemle Tom Lefroy'un eşine üzülmem bir oldu da kendimi toparlayabildim.

Hep birlikte Jane Austen'le dolu bir pazar günü geçirdik bu beni birkaç hafta idare eder. Bir sonraki yazıda görüşünceye kadar hoşça kalın.

Ve teşrifleriyle kulübü şereflendiren tüm üyelerden teşekkürlerimin kabulünü rica ediyorum.
Jane Austen Kitap Kulübü sundu.


13 Aralık 2019 Cuma

Jane Austen Kitap Kulübü 8. Toplantı Bilgileri

Becoming Jane'i ve Duygu ve Duyarlılık'ı hep beraber seyredeceğiz!

Yeey!

Havai fişekler

Çığlıklar

Alkışlar

Vs. vs.

Evet dostlarım, yanlış duymadınız. Emma kitabına geçmezden önce birlikte film izleyelim istedik. Bir filmin bizi kesmeyeceğine karar vermemiz ise çok sürmedi. Jane Austen Kitap Kulübü  ile GalataPerform'da konuşa konuşa film izlemek isterseniz kaçırmayın. Yoksa siz hala tek başınıza duygularınızı içinize içinize atarak Jane Austen uyarlaması izlemekten sıkılmadınız mı? 

22 Aralık Pazar

14.00'da

GalataPerform'dayız

Art arda 2 film izleyip patlamış mısır yiyeceğiz. Patlamış mısır yemek için bile olsa gelinir bence.

Hadi görüşürüz.

Görüşür müyüz?

Görüşelim!

 

İzleyeceğimiz yapımlar.


Şu sahne üzerinde 8 saat konuşmaya o kadar hazırım ki. 

Bunu göze alarak gelin.


7 Aralık 2019 Cumartesi

Jane Austen Kitap Kulübü #7 Mansfield Park

   Mr Darcy konuşalım dediler, boş verin gelecek toplantı tarihini ayarlayalım dediler, vegan peynir tarifi istiyoruz dediler, Edmund kim ki ne zaman Bay Knightley konuşacağız dediler -gerçi bunu ben dedim- Fanny çok düz bir karakter konuşulacak bir şeyi yok dediler, kitabı okuyamadık dediler, 2005 yapımı Aşk ve Gurur'u mu izlesek dediler, Harry Potter'da Hufflepuff ne ise Jane Austen'de de Mansfield Park o dediler ama ben Mansfield Park'ı yedirmedim dostlarım.

   Tamam, aşırı derinlikli eleştiri yeteneğimle 6 yıl önce ilk okuyuşumda aşık olunacak bir karakter bulamadığım için kitabı diğer Jane Austen kitaplarına göre daha az sevdiğime yönelik şahane bir yorumda bulunmuş olabilirim ama yine de  Mansfield Park'ı savundum. 

    Ve dün akşam Jane Austen Kitap Kulübü'nün yedinci toplantısını gerçekleştirdik. 


  Yazıya başlamadan önce dün akşam kitap kulübüne gelip düşüncelerini paylaşan herkesten teşekkürlerimi kabul etme nezaketini göstermelerini rica edeceğim. Beni zihnimde Jane Austen kitaplarıyla yalnız bırakmadığınız için müteşekkirim. 

   Gelelim konuştuklarımıza.

  Çok fazla karakterin ve hayatın gündelik akışına dair çok uzun konuşmaların olduğu bir kitap olduğu için Mansfield Park'ın akıcılığıyla ön plana çıkan bir roman olmadığına karar verdik.

   Fanny'nin alışılagelen Jane Austen karakterlerine pek benzemediğiyle ilgili konuştuk ve uyarlama filmlerde Jane Austen'de ve Jane Austen'in Yazdığı Karakterlerde Bir Başkaldırı Arama Timi'nin Fanny'yi asi bir karakter yapma çabalarını istihzayla karşıladık.

   Filmlerdeki çok kitap okuyan, bir yerlere bir şeyler karalamadan duramayan, dümdüz söylenmiş herhangi bir cümle karşısında bile lafı gediğine oturtma ihtiyacı hisseden karakterlerden yorulduğumuza dair bir iki laf etmekten kendimizi alamadık.

   Maria ve Julia kız kardeşlerin çok umurlarında olmasa bile Henry'nin Fanny'ye ilgi göstermeye başladığı anda kıskançlık krizlerine girmelerini kadın doğası ışığında enine boyuna tartıştık. Ve kadınların eş seçiminde seçenek azlığı ve bu azlık halinin doğal olarak, yapısı itibarıyla, kendiliğinden (!) bünyede asap bozukluğuna yol açtığına yönelik yorumlarda bulunduk.

  İnsanların dışarıdan beğendikleri kişileri kendi kafalarındaki kişiye dönüştürme çabalarını karakterlerin konuşmaları üzerinden değerlendirdik. Edmund'ın Mary'nin yürüyüşünden nasıl da iyi kalpli olduğu sonucunu çıkarmasına gülerken Fanny'nin Edmund'ın isminden bir şövalyelik hikayesi yazmasına şaşırdık.

   Jane Austen döneminde evliliğin nasıl bir düzen, dolap, entrika meselesi olduğuyla ilgili yorum yapmaktan çekinmedik. Ve bunun günümüzde de değişmediğiyle ilgili. 

   Fanny'nin en amiyane tabirle silik bir karakter olmasına rağmen Henry'nin evlilik teklifi karşısındaki dirayetli duruşunu saygıyla karşıladık.

   Bir ara fırsat bulduğumuz küçük bir anda Henry Crawford'ı övmeyi de ihmal etmedik.

   Jane Austen'in öyle bir çabası olmamasına rağmen uyarlama filmlere siyaset sokmaya çalışmalarını öfkeyle karşıladık. 

   Bir ara kendimi hayal meyal Bay Darcy'nin aslında değişmediğine ve içinde zaten var olan mükemmelliği daha da ortaya çıkardığına dair bir yorum yaparken hatırlıyorum ama bunu neye karşılık söylediğimi hatırlamıyorum. Sanırım artık Bay Darcy övmek için sebep de aramıyorum bulduğum ilk boşlukta yapıştırıyorum.

   Neredeyse tüm toplantıyı özetledim. Umarım yazı katılamayanların üzerinde "keşke katılabilseydim, Allah kahretsin ya of" katılanların üzerindeyse "keşke hiç bitmeseydi rüya gibi bir akşamdı, harikaydı" etkisi yaratabilmiştir. Tüm amacım oydu.

  Ve son olarak bu toplantıya gelen ilkokul arkadaşlarıma teşekkür ederim. İlkokuldaki ben'e dair çirkin detaylar anlatabilirlerdi ama anlatmadılar.

   Bir sonraki kitabımız Emma. Ee Bay Knightley konuşmaya hazır mıyız?

   Hadi görüşürüz.

   Görüşür müyüz?

   Görüşelim.



Ayraç ve kağıttan kuşlar için Ece'ye ayrıca teşekkür ederim.