19 Eylül 2016 Pazartesi

Aşk ve Arkadaşlık (Leydi Susan)

  Okulun ilk günü şokunu atlattıysanız yeni bir film haberi veriyorum! Güzel okulum pazartesi günümü boş gün ilan ettiği için ben de durur muyum patlattım bir Jane Austen filmi. 

                                                 

   Film Jane Austen'in Leydi Susan adlı mektuplardan oluşan romanının uyarlaması. İtitraf etmeliyim romanı okurken pek çok karakterin oluşu kafamı epey karıştırmıştı sürekli geri dönüp kişileri kafamda oturtmaya çalışıyordum ama filmi izlemek karakterleri hatırda tutmak için daha kestirme bir yöntem. Filmin adı Love and Friendship. Filmin haberini ilk okuduğumda Jane Austen'in bitmemiş romanı olan Aşk ve Arkadaşlık'ın bir uyarlaması sanmıştım ama Leydi Susan'mış. Neden bu ismi tercih ettiler anlam veremedim doğrusu. 

                                      

  Kitabın inceleme yazısına şuradan ulaşabilirsiniz. Film romanla paralel gidiyor. Roman mektuplardan oluştuğu için filmde de sık sık mektupları görüyoruz. İngiltere kırsalını ve İngiliz aksanını özlemişim doğrusu. Film bu sebeple iyi geldi. Ama kitabı okumak daha güzeldi sanırım. Kitabın konusu beni pek çekmese de Jane Austen'in gözlem gücü ve ara ara geçen tespitler beni kitaba esir ediyordu esasen. Ama film 90 dk sıkmadan ilerliyor. Yine Jane Austen'in zekasına hayran kalarak filmi bitirdim. Tam da Jane Austen'e, bizim aptal erkeklere tahammül sınırımızı yok ettiği için sinirlenmek üzereyken filmi izledim. Cevap çok geçmeden Leydi Susan'dan geldi. "Hayatın düzeni bu. Bize düşense hayatı bir gülümsemeyle karşılamak." Bunun gibi bir cümleydi işte :D Leydi Susan hem zekasına hayran bırakıyor hem de dehşet veriyor. Bence bir süre sonra söylediği yalanlara kendi de inanıyor. "Ben bencil biri değilim bilirsin"li cümleleri tehlikenin habercisi niteliğinde. Ama Jane Austen'in dediği gibi. "Bencillik her zaman affedilmelidir çünkü tedavisi yoktur." Alışılageldik Austen hikayelerinden ayrı bir hikaye. Dul bir kadın olan Leydi Susan'ın 19. yy İngilteresinde kızı ve kendisinin -aslında çoğunlukla kendisi- geleceğini garanti altına alma mücadelesini anlatıyor kısaca. Ama bence gerçek hayata en çok benzeyen hikaye aynı zamanda. 

                                     

   Ben yine de diğer romanların gerçek olma ihtimaline sarılarak yeni eğitim öğretim döneminizde başarılar dilerim. Ve bence aptallık da her zaman affedilmelidir çünkü onun da tedavisi yok. Belki bir gülümsemeyle karşılarsınız, kim bilir belki de 7 roman yazarsınız.



17 Eylül 2016 Cumartesi

okula dönüş

 Yeni doğmuş bir bebek görünce aklınızdan geçen ilk düşünce nedir? Çok tatlış/tontik/bıdık/masum/tosun vs vs olduğu? Benim aklımdan geçen ilk düşünce "ohoo daha anaokulu var ilkokulu var lisesi, üniversitesi yüksek lisansı ayh içime fenalık geldi oyy çok tatlıymış ya kız bu" oluyor. Çok tatlı aşamasına gelene kadar yaklaşık 10 sn geçiyor. Üniversite dördüncü sınıfa geçerken fark ettim ki benim okula dönüş fobim var. Önceden okul başlamadan bir hafta öncesinde üzerime bir öküz oturması hissini lisenin korkunçluğuna veriyordum fakat çok sevdiğim üniversitenin de her yılında aynı duyguyu yaşayınca anladım ki bu bir fobi. Evet bu sene okulun son ilk günü ama hiç de fark edemeyebilirdim yani ne var.


                                     

    Yazın yaptığım toplamda 2 ayrı tatil planının çeşitli sebeplerle iptal olması ve bilet aldığım farklı tarihlerdeki konserlerin sırayla iptal edilmesinden sonra 3 aylık yaz tatilinde yaklaşık 3 buçuk gün evden çıktım. Evde ne yaptın diye sorarsanız İntagram'ın Keşfet bölümünde gençliğimi harcadım, gözünün yaşına bakmadım. Bu süreçte tüm lise arkadaşlarım sırayla yurt dışına dil öğrenmeye gittiler, bazıları sevgilisiyle dünya turuna çıktı, bir kısmı Türkiye'yi gezdi, az bir miktarı ailesiyle yazlığa gitti ve geriye kalan kısmı da o sıtarbaks senin bu sıtarbaks benim Heidi'nin çayırlarda oradan oraya zıplaması gibi dolandı durdu. Önümüzdeki yıllar için planım ise tüm lise arkadaşlarımı el ele verip cennete giderlerken izlemek var. Bana da bu yakışır. Bu yaz yaptığım harika kariyerden sonra finali görkemli yapmalıyım.



                                   

   Vaziyet bu durumdayken haliyle tüm yaz dizilerini de izledim. Hızımı alamadım dizilerin esinlenildiği Kore dizilerine de göz attım. O kadar güzel Kore dizisi dururken bu dizileri nereden bulduklarına hayret ettim ve romantik komedi olarak başlayan yaz dizileri birer birer dram türüne dönerken tatilin yavaş yavaş bittiğinin farkına vardım. Yer bildirimleri yavaş yavaş İstanbul'a kayıyordu ne yapacağımı bilemiyordum yaz bitmeden Jane Austen filmlerini tekrar mı izlemeliydim yoksa tüm yazı roman okuyarak geçirmişken biraz mesleğimle ilgili kitapları mı okumalıydım, makale de okuyabilirdim gerçi ama Eylül de gelmişti, Eylülde Gel şarkısını dinlemek için artık son demlerdi, Facebook Kurban Bayramı sonrası yer sofrasında et doğrama fotoğraflarında boğulurken kendimi Twitter'a atmalıydım orası da siyasetin kara batağındaydı İnstagram'a da story gelmişti Snapchat'in hakkı yeniliyor diye ufaktan tavır koyduğum story kısmına atılan videolara fotoğraflara ilk bakma branşında altın madalyamı kapmışken bir de baktım okulların açılmasına bir hafta kalmış. E bu saatten sonra zaten bir şey yapılmaz İnstagram Keşfet'e mi baksam? Bi' 5 dk bakar çıkarım. (3 ay geçirdi.)

                                                 

Not 1: Bu yaz da Bay Darcy'yi bulamadım. 

Not 2: Hayırlısıyla Allah izin verir de beynimin matematikle ilgili kısmı gelişirse Pokemon Go oyunu gibi Bay Darcy Go oyununun yazılımını yazmayı ajandamın yapılacaklar listesine Mesleğinle İlgili Bir İşe Gir ve Beyin Ölümün Gerçekleşmeden En Az 5 Yıl Çalış maddesinin altına ekledim.

Not 3: Hızımla "not 3" yazdım ama 3. bir notum da yokmuş esasen. E oldu o zaman hoşça kalın bari.


                                                   

      

3 Eylül 2016 Cumartesi

Hayatı Okumak

Merhaba!

                                            

  Bugün okuldaki hocamızın bir sene boyunca her derste söylediği ve benim henüz anladığım bir cümleden bahsetmek istiyorum. Ön yargılarımıza yenik düşerek savurduğumuz her cümlenin ardından bizlere "Hayatı okuyun, hayatı izlemeyin!" diyor hocamız. 
  Geçenlerde filmini izlediğim bir kitabı okurken kafamda bir aydınlanma meydana geldi. Aslında bu basit gibi görünen cümleye ilk o zaman dikkat ettim sanırım. Filmi izlerken karakterleri acımasızca yargılayıp onlar hakkında üstünkörü ithamlarda bulunmuştum itiraf ediyorum ama romanı okurken karakterin düşüncelerine, geçmişine ve bugününe tüm gerçekliğiyle ve karakterin gözünden karşı karşıya kalınca hayatı hep elimde bir kova patlamış mısırla izlediğimin farkına vardım. Bir fincan yeşil çayla satır satır okumalıymışım meğer.

                                      

  Romanı okumak kolay peki önümüzde akıp giden hayatı nasıl okuyacağız? Okumaya nereden, kimden başlayacağız? İşin kötü tarafı bir sene sonra mensubu olacağım mesleğin işi insanların hayatlarını onların anlattıklarından hareketle tüm gerçekliğiyle ortaya koymak yani kısaca okumak. Ben bu cümleyi bile bu kadar geç kavramışken mesleğin hakkını nasıl vereceğim?  
  Eyy insanlar lütfen hayatlarınızı okumama izin verin. Hayır yani Bay Darcy aşk hayatını bile okumamıza izin veriyorken zorluk çıkarmayın derim ben. Yani rica ediyorum. Gerçi Wickham'ı okuyunca da izleyince de bir şey fark etmiyor ama neyse. Konu Gurur ve Önyargı'ya gelince benim kafa gitti yine. Gerçi okuyunca Bayan Bennet'ın kızları evlendirme düşüncesi mantıklı bile gelmişti Bay Collins'e üzülmüştüm bile Bingley'e gelecek olurs..

                                               

Okuma Ritüeli

Merhaba!
                                   

   Notos dergisinin 59. sayısında yazarlara bir okuma ritüelleri olup olmadığı soruluyor ve derginin ara ara sayfalarında bu konu üzerine konuşmalar yer alıyordu. Okuduğumda aa ne ilginç şey dedikten sonra benim de bir okuma ritüelimin olduğunun farkına varmam arasında 5 sn geçti.
   Önceden kitapları amiyane tabirle bodoslama okuyup geçiyordum. Jane Austen okumaya başlayınca satırların altını çizmek ve tekrar tekrar hatırlamak ihtiyacı hissettim. Kitapları elimde kalemle okumaya ilk o zaman başladım bu da lise birinci sınıfa tekabül ediyor. Kitapları altına çizerek okuduktan sonra özet defterime kitabı okumaya başladığım tarihi atıyorum, kitabın özetini çıkarıyorum, sevdiğim sevmediğim kısımları yazıyorum, kitaba 10 üzerinden puan veriyorum ve son olarak altını çizdiğim satırları yazıyorum. Şimdi geriye dönüp okuduğumda ilk başlarda yazdığım sığ yorumları okuyunca bir parça utanıyorum yalan yok. Ve bugün yazdığım özetleri birkaç yıl sonra okuduğumda hissedeceğim utanç duygusunu tahayyül edebiliyorum.
   Biraz sıkıcı gibi görünse de alışkanlık haline gelince zevke dönüşüyor. Altını çizdiğim satırları hatırlamamı kolaylaştırıyor. Arada arkadaşlarla sohbet ederken denk düşen konularda Jane Austen'den ve birçok yazardan alıntı yapabiliyorum. Gerçi bu alıntıları çoğunlukla içime doğru yapıyorum o ayrı konu ama neyse. Aranızda okuma ritüeli olan varsa parmak kaldırsın belki bi alıntı patlatırız içimizden karşılıklı neşemizi buluruz.

                                            



not: Gurur ve Önyargı'ya kaç puan verdiği merak ettiyseniz söyleyeyim gerçi merak etmeseniz de söyleyecektim ama konumuz bu değil. 10 üzerinden 8 buçuk milyon o da tanıdık diye.

bir not daha: Bazen 1 puan vermeye niyetlendiğim kitaplara uyduruktan teyyare bir blog yazısı yazmanın bile zaman ve emeğe mal olduğunu hatırlayınca daha yüksek puan veriyorum itirafımdır. Bu sebeple benden 1 puan alan bir kitap hiç olmadı. Bu arada puanı tamamen haleti ruhiyeme dayanarak ama büyük bir ciddiyetle ve dünyayı kurtarıyormuş edasıyla veriyorum. Haa şunu da söyleyeyim unutmadan benden 5 puan alan çok kitap oldu bugüne kadar gözlerinin yaşına bakmadım!

son not: O zamanlar İnstagram yoğ idi çiçekli defterler daha çıkmamıştı  bu sebeple bir köy derneğinin reklam amaçlı yapmış olduğu ajandadan yaptığım özet defterimin fotoğrafını sizlerle paylaşamayacağım. Şimdiden çok özür.