26 Aralık 2017 Salı

İçimizdeki Fangörl

Merhaba

Geçen gün kardeşimle sohbet ederken yıllar önce bir yazarın sitesindeki forum kısmında çok aktif olduğumdan konu açıldı. Forumda hepimiz bir yazarın hayranı olan insanlardık ve onun kitaplarıyla ilgili şeylerden konuşuyorduk çoğu zaman. Aklıma parça parça yazdığım şeyler geliyor da şimdi, Allahtan takma isimle yazıyorduk diye kendimi avutuyorum. (Bir yazar diye geçiştiriyorum çünkü birileri yazdıklarımı ya okursa kendimi özkıyım düşünceleriyle yapayalnız bırakırım gözümün yaşına bakmam.) 


Sonra yıllar arasında ilerlerken hayatımın başka bir döneminde de Facebook'un akrabalar tarafından keşfedilmediği zamanlarda sevdiğim bir dizinin grubunda paylaşılan fotoğrafların altına sürekli yorum yaptığımı hatırladım keşke hatırlamasaydım onları zihnimdeki halının altına süpürene kadar neler çekmiştim ama işte birden geri döndü alçak. Tam kısıtlı yönünü baştan söyleyip akademik kuruldan onay almayı bekleyen makale gibi baya aptalım diye konuyu değiştirecekken bu yazıyı da yazdığım nadide blogum aklıma geldi. Tabi ardından 30 yaşıma geldiğimde yazdıklarımdan pişman olur muyum acaba düşüncesi beni alnımın çatından vururken devamında blogu yok etme ve Romayı da yakma düşünceleri birbirini kovaladı. (40'lı yaşlarım sizlerden de şimdiden özür diler gözlerinizden öperim akrabalara selam!) 


Benim böyle canhıraş bir fangörllük özgeçmişim varken kardeşimin akça pakça internet hayatı benlen alay geçiyordu tabi. Üniversitede mesleğimden dolayı psikoloji dersleri görmüş biri olarak iç görümü geliştirdiğimi düşünürdüm hep ama şu anda bu durumun ruh haline diyecek söz bulamıyorum.

Hadi beni geçtim (biraz da diğerlerini eleştireyim de ilgi benim üzerimden dağılsın değil mi ama) biz bu fan olayını baya abarttık bence İnstagram'da insanlar daha tam ünlü olmadan fan sayfaları açılmaya başladı hele onların çocuklarına açılan fan sayfaları beni korkutuyor vallahi. TV ünlülerinin fanlarına değinemiyorum onlar biraz asabi oluyor. 


Bu blog ve buraya yazı yazmak bana çok iyi hissettiriyor (50'li yaşlarım kızmayın rica ederim) ama bazen Jane Austen görse ne derdi diye komplo teorileri kurmuyor değilim. Hayali konuşmalarımda Yeşilçam filmlerinde zenginlerin acımasızca dalga geçtiği fakir ama gururlu genç gibi kalakalıyorum ortada hep gerçi ama sonradan Jane Austen'in görmesinin en azından şimdilik imkansız olduğunu süperegoma 3 sahifelik bir rapor şeklinde sunarak anksiyetesini yatıştırmaya çalışıyorum. 

Zaten insan dünkü aklını beğenmezmiş derler canım bunda ne var. (Austenzede kendine yalan söylüyor bozuntuya vermeyin utanmasın) 21. yy'ın dünyası da içinden "yahu ben de 18. yy'da amma aptalmışım, hele 20. yy'ı hiç hatırlatmayın savaşlar falan, e napıceksın herkes ergenliği bir şekilde geçiriyor azizim" demiyorsa ben de Austenzede değilim!


Sizin var mı böyle fangörllük anılarınız benimle paylaşın birlikte üstesinden gelelim Türkiye'nin ilk Adsız Fangörller kendi kendine yardım grubunu kurarız belki de kim bilir. (Daire şeklinde dizilmiş sandalyelerde herkes otururken ayağa kalkıp "merhaba ben Austenzede, ben bir Fangörlüm" dediğimi hayal ediyorum da muazzam!)

Bu arada benimle fangörllük anılarınızı paylaşmanız konusunda ciddiyim gerçekten ne düşünüyorsunuz merak ediyorum. Bu blog hakkında ne düşünüyorsunuz, sizin bu tarzda İnstagram sayfanız, blogunuz, twitterınız vs. var mı? Bu yazının altına yorum yazabilir, bana Twitter'dan dm atabilir (kullanıcı adım: austenzede) ya da mail gönderebilirsiniz (austenzede@hotmail.com) beklemede olacağım..


Resimler Pinterest'ten.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Mutlu Sondan Sonrası Umurumuzda Mı?

Benim değil şahsen!

Merhaba!


Ara sıra herkes tarafından bilinen klasik masalların devam hikayelerine dair filmlere, yazılara rastladığımda içimden "kimin umrunda?" diye geçirdiğim oluyor ne yalan söyleyeyim. Maalesef biz bencil varlıklarız ve her şeyin bize değen kısımları dikkatimizi celbediyor. Ve 'mutlu son'la biten kitapların tam dişimize göre olduğunu düşünüyorum. Bize hayatımızda olabileceklerle ilgili fikir veriyor, umut vadediyor. 21. yy.'ın en acımasız zamanlarında da yaşasan o prens buraya gelecek ulen bile dedirtiyor hadi itiraf edelim . 

Peki ya sonra? Vallahi umrumda değil kaynanayla gelin mi anlaşamıyor? Çiftimiz boşanmanın eşiğine mi geliyor? Esas oğlan başkasına mı aşık oluyor? Ya da evlilikleri hayatın olağan akışına kapılıp heyecanını mı yitiriyor? Sen de amma gaddarmışsın derseniz basit bir örnekle açıklayayım. Baş rollerinin bir türlü bir araya gelemediği her seferinde diğerlerinden daha akla gelmez bir sebebin onları ayırdığı -kardeş çıkmak, tsunami, en yakın arkadaştan çocuk yapmak, öldü sanılıp ölmemek, hayati bir hastalığı olup saklamak.. örnekler çoğaltılabilir- pembe diziler 2250. bölümlerde ancak final yaparken sevenlerin ilk sezonda kavuştuğu diziler reyting yarışında yenilip ekranlara veda ediyor. (televizyon dünyası jargonum karşısında gözleri yaşarmayan kalpsizdir gerçi zeki de olabilir.) Hemen güncelden bir örneğe geçerek ardından sırtımı Jane Austen'ın satırlarına dayayıp konuyu nihayete erdireceğim. 


Vatanım Sensin dizisindeki Hilal ve Leon karakteri geçtiğimiz sezon edebiyat seven insanların favori dizi çiftleri listelerinde zirveye oturacak gibi olurken yeni sezonda listelere hızlı giriş yapan ama düşüşü de sert olan çiftler listesinde bir numaraya kurulacak gibi göründü. İlk sezonda bizi biraz heyecanlandırdı ama ikinci sezonda ya aşk duygusunun mantık'ın ayağına çelme takıp iktidarı ele geçirmesi o etkileyiciliği alıp götürdü ya da yeni senarist karakterlerin birbirlerine kurdukları cümlelerin yavanlığından bir haber. Yoksa geçen bölümde Leon ve Hilal sahnelerinde kulaklarımı kesme ihtiyacı hissetmemin başka bir açıklaması olamaz. Biz zaten "seni anlama zevkine erişemiyorum" gibi cümleler yerine "ya sen ne saçmalıyosun" minvalinde cümleler duymak istiyor olsak hayatı yaşamakla daha çok ilgilenirdik. (Bu cümleler diziden değil şu an adını hatırlayamadığım bir kitaptan)  


Jane Austen romanlarının sonlarını neden kısa tuttuğunu anladım çünkü sonrasında merak edilecek bir şey yok. Austen bizi aşklarının oluşumunun her anına düzeltiyorum bizim bilmemiz gerektiği kadarıyla her anına tanık ettiği karakterlerin 'mutlu son'larını bir cümleyle geçiştiriyor ya, sanki satırların arasından fırlayıp "e tamam işte bundan sonrası da normal hayat gailesi merak edilecek bir şey yok" diyecekmiş gibi hissediyorum.

Emma'nın son cümlesini özellikle hiç unutmuyorum. 'Emma ve Bay Knigtley evlilikte kusursuz bir mutluluğa eriştiler' diyordu Jane Austen tam olarak bu biçimde olmasa da. Uzun sayfalar süren meşakkatli bir yolculuğun bitirilişinin sade ve aynı zamanda da derinliğine dikkat edin rica ederim! (kusursuz mutluluğu isteyen her zerresi pembe olan bir toz bulutu olarak hayal etsin isteyen gerçekten sevmek ve sevilmek gibi ütopik şeyler düşünsün karar sizin gerçi bu da bambaşka bir blog yazısı fikri oldu ama şimdilik aç parantez kapa parantez olarak kalsın yazının bir köşesinde) 

Jane Austen altı romanının beşinde karakterlerin mutlu sonlarının sonraları üzerine pek az cümle kurarken Gurur ve Önyargı'da herhalde dayanamamış olacak Elizabeth ve Bay Darcy'nin evlilikleri hakkında daha çok şey öğreniyoruz. Vallahi içinden 'umrumda değil' anlamlarına gelebilecek herhangi bir cümle geçirenin hayat damarlarından biri kopmuş gibidir o bi doktora görünsün erken teşhis hayat kurtarır. 



Not: resimler Pinterest'ten.

7 Aralık 2017 Perşembe

Evlilik Aslında Ne?

Merhaba!

Yazı yazmaya fırsat bulamayalı uzun zaman oldu. Bu süre zarfında yeni yazı yok mu diye soranlar oldu. (aslında 3 kişi ama bu düşünce hepinizin aklından geçmiştir eminim. Çalışılması gereken derslerle mutlaka izlenecek film düşüncelerinin arasında bi yerlerde muhakkak vardır iyi bakın)  Annem 20 günlüğüne evde değil bu süre zarfında ben ve kardeşim onun görevlerini (yemek, çamaşır, ütü, bulaşık, 7 ile 17.30 arası torun bakma) üstlendik. Her akşam ne yemek yapacağımıza karar verirken insanların hiç kimsenin baskısı altında kalmadan ve kendi iradeleriyle evlenme kararını verebilmelerine hayret ediyorum. (Bu arada arta kalan zamanlarda bir de KPSS çalışıyorum ki oraya hiç girmeyeyim orası hayatımın 3. kat yasak kütüphanesi.) 

Neyse ki imdadıma birkaç ay önce evlenen akrabamın instagrama koyduğu hikayedeki cümleleri yetişti. Birkaç ay önce evlenen akrabam diyor ki "evlilik gece sinemaya gidebilmektir" aslında ilk düşüncem gece sinemaya gitmek istiyorsak koca yerine araba almamız gerektiğiydi. Gelinlik, çeyiz, balayı, kına gecesi derken masraflar uhuu alıp başını gidiyor araba daha karlı ama çok geçmeden anladım ki bu evlenince anlayacağım şeyler listesinin yepyeni üyesi ve kesinlikle ekonomiyle alakası yok. İnstagram Keşfet'te şöyle bir salınınca zaten evlilik tanımlarından hiç olmazsa 2 tanesine kafa kafaya çarpışırsınız. Sanırsınız TDK! 

Evlilik akşam yemeğini kayın validene kitlemek demektir (ki bu gerçekten şahane bir şey sırf bunun için bile insanın birini kolundan tutup nikahı basası geliyor), 
evlilik sen demek (burada herhalde 'sen' kısmında herkes kendi kocasını zihninde canlandırıyor), evlilik hafta sonu alışveriş merkezine gitmek demektir (aslında bunu ben uydurdum ama bence bu gerçeği yadsıyamazsınız sayın evlilik),
evlilik her şeyinle sevilmek demektir (oralarda bir yerlerde 'sevmek' de olacaktı ama gelin bencil galiba ) vs vs bu liste uzuyor tutamıyorum küçük enişteyi.

Biliyorsunuz ki bu blogta hizmette sınır yok Austenzede sizin için araştırdı. Peki TDK'ya göre de evlilik acaba gece sinemaya gitmek mi demek? TDK diyor ki; "Evlilik evli olma durumudur." ve örnek cümle de A. Ağaoğlu'ndan "Demek bu bile bizi önünde sonunda evliliğe götürecektir." galiba TDK da evli olmadığın olacak pek anlamamış. İnstagram'da öyle demiyorlar sayın TDK!

Bitti mi bitmedi konuyu daha iyi kavrayabilmek için KPSS Vatandaşlık kitabımdaki bir konuyu evliliğe uyarlayarak somutlaştırmaya çalışacağım. (gerçi üniversitede psikiyatri dersini veren hocam bunun iyi bir anlama yöntemi olmadığını iddia ediyor fakat ömrü boyunca bu blogu okumayacağına emin olduğumdan mütevellit gönül rahatlığıyla yazıyorum) (siyaset dersi aldığım hocam da bu yazıyı asla okumayacaklardan olduğu için az sonra tüm cahilliğimle yazacaklarımdan sebep günün şanslı kişisi)

EGEMENLİĞİN KAYNAĞINA GÖRE EVLİLİK

Monarşivlilik: Bu evlilik tipimizde gelin kendini evlilik kurumunun merkezine oturtuyor. Onun için evlilik sevilmek demek. Mutlak monarşilerde gelinin gezme hakları bir sınırlamaya tabi edilemiyor. Bknz: gece sinemaya gitmek.

Oligarşivlilik: Evliliğin küçük ve ayrıcalıklı bir zümreye ait olduğunu düşünenlerin şekliyse oligarşivlilik. Onlar için kendilerinden daha çok evliliği hak eden yok. En çok onlar evli ve bekar insanları anlayamasalar da onları evlenince anladıkları şeylere göre yönetmeye çalışıyorlar. Bknz: sırtlarına bir kıyafet alamıyorlarsa gelinlik giysinler!

Teokrasivlilik: Burada islamcı romantikler yer alıyor. Onlara göre evlilik: eşinin abdest aldıktan sonra sakalında kalan damlayı tilbetine silmek demek gibi bir şeydi yıllar önce twitter'da okumuştum bu cümleyi. (Austenzede yine sakladı samanı ve zamanı gelince de durur mu yapıştırdı yazıya)

Cumhuriyevlilik: Evlilik hakkının bir kişiye değil millete ait olduğu sistem oluyor kendisi. Bu tipte çoğunluğun kararı esas alınıyor mesela biri çıkıp diyor ki evliler hafta sonu AVM'ye gidecek çoğunluk kabul ederse paşa paşa gidiliyor AVM'ye demokrasi denen bir şey var canım hiç!

Üf cahil cahil ne anlatıyorsun ya diyorsanız hemen olayın Jane Austen cephesine yöneliyoruz. Bildiğiniz gibi Jane Austen'in romanlarının iskeletini evlilik oluşturuyor o yüzden kısa cümlelere indirgemek zor ama yine bildiğiniz gibi Jane Austen'e göre evlilik; hali vakti yerinde olan bir erkeğin kendine bir eş bulmasının herkesçe bilinmesidir. 

Northanger Manastırı kitabına göre evlilik; eşe dair mutlak iyi hayallerden bir an önce vazgeçilmesi demektir aksi halde evlendikten sonra mecburen vazgeçilen bir hale karşılık gelmektedir. Ama burada da kız gece sinemaya gitmek istese tamam anlarım yani ama kendine kaşı sevgi, saygı ve anlayış bekliyor yok artık canım oldu olacak bir de huzur iste!

Yine Gurur ve Önyargı'da yer alan bir konuşmaya göre evlilik eşlerin birbirlerini ne kadar az tanırlarsa o kadar iyi olması beklenen bir şans ve talih meselesi.

Charlotte Lucas bir evlilik tanımı yapsaydı bence şuna benzer bir şey olurdu -ya da olmazdı neyse asla bilemeyeceğiz- Evlilik taraflardan romantik olmayanın yaşının 28'i geçmesiyle aileden bir yükün eksilmesinin olumlu neticeler doğuracağı ümidi ile yapılan bir danışıklı dövüş.

Elizabeth'e göre evlilik tanımını biliyoruz zaten aşık olmadan asla yapılamayacak bir şey! Bana göre beklenmedik derecede iyimser ama sonucunu düşününce insanın sihirli düşüncenin varlığına inanacağı geliyor.

Mrs Bennet'a göre evlilik zatürre olma ihtimalinin yanında bile emniyet şeridini kullanmaya izinli bir duruma karşılık geliyor.

Mr. Collins'e göre evlilik Lady Catherine De Bourgh'un evinin pencerelerini överken bayılmayacak herhangi bir hanım kişisiyle yapılabilecek bir anlaşma olurdu bence.

Peki Bay Darcy'ye göre evliliğin tanımı ne olurdu? Bu tanımı bir koşul öne sürerek uyduracağım. Eğer Lizzy ile tanışmasaydı böyle bir tanım yapardı bence. Bay Darcy'nin bir balo esnasında dansla ilgili söylediklerini hatırlayan var mı? Tabi ki hatırlamıyorum diyen sağlıklı çoğunluk için işte o diyalog;

Sir William Lucas: Gençler için ne hoş eğlence.. Dans etmek gibisi var mı? Ben dansı yüksek ve uygar toplumların en belli başlı inceliklerinden sayarım.

Bay Darcy: Elbette beyefendi. Dans sanatının aynı zamanda dünyanın en aşağı toplumlarında da geçerli olmak gibi bir ayrıcalığı vardır. Bütün yamyamlar dans etmesini bilirler. (Çeviri: Nihal Yeğinobalı) (Gerçi bu cevabı Bay Darcy bana verseydi ve ben de karşısında cümle kurabilecek öz güvene sahip olabilseydim büyük ihtimal 'neye göre aşağı toplum pardon'dan girer konuyu sosyal boyutlara taşırdım ama Allahtan burası son derece ciddiyetsiz bir ortam)

Şimdi diyalogta geçen 'dans etmek'lerin yerine 'evlilik'i yapıştırıyor ve kimseye söylemiyoruz. Bence Bay Darcy'nin evlilik tanımı olsa olsa bu olurdu.

Son olarak Claire Tomalin'in Jane Austen biyografisinde Austen'in okuduğu iddia edilen bir oyundan bir cümle yazmak istiyorum  "Biliyorsun insanların evlenme modası yüzünden biz de evlenmek zorundayız.." Ve inanır mısınız evliliğin modası hiç geçmiyor. Evlilik is always BLACK.



Not: Şu sıralar hayatımın höyküre höyküre ağlamalı bir döneminden geçtiğim için yazıya görsel ekleyecek gücü kendimde bulamadım. (höykürmek ne demek bilmiyorum bu arada) Siz okurken başlarda gelinli damatlı pinterest'ten bulunma illüstrasyonlar, yazının orta kısımlarında birkaç Bay Darcy son kısımda da çok afilli laflar ettiğini zanneden bakışlar atan bir kız çizimi hayal eder misiniz rica ederim. Ben şimdi moralimi yerine getirmek için mutlu anılarımı sırayla zihnimden geçireceğim. 1. lisenin bitişi 2. 

Unutmadan bir not sizin evlilik tanımınız nedir ya da gördüğünüz ilginç bir tanım var mı? Benimle paylaşırsanız mutlu olurum.

Daha neşeli günlerde görüşmek üzere ve ardından iyi geceler.