Yani şimdi bir insan istikrarsız diye, bir yazı paylaşıp birkaç ay ortalıkta görünmüyor diye, en son 3 hafta önce story attı, 1 ay önce post paylaştı diye hemen de terk edilmez ki canım. Sizce de biraz ayıp etmiyor musunuz? Biraz bunu düşünün isterim. Ama hazır blog görüntülenme sayımda kalp kırıcı bir düşüş yaşanmış buralar ısssızlaşmışken biraz iç dökmek istiyorum. Kendini yazarak daha iyi ifade edebilmekle lanetlenmiş bir insan olarak konuşamadıklarımı kelimelerin yakasına yapışarak anlatayım diyorum.
Doğum günüme birkaç gün kaldığından mütevellit doğum günü sıkıntısına ev sahipliği yaptığım o görkemli zamana gelmiş bulunuyoruz. Bu öyle bir zaman ki her şey olduğundan daha kasvetli görünüyor gözüme. Yaşamak zorunluluğunun başlangıcı olduğundan mı yoksa her doğum dönümünün ölmek zorunluluğuna bir adım daha yaklaştırmasından mı bilemiyorum ama senenin bu zamanları göğsüme oturan sıkıntıdan kurtulamıyorum.
Bu zamana kadar yok saymakla başa çıkmaya çalıştığım bu duyguyla bu sene yüzleşmeye karar verdim sanırım ben de yeni fark ediyorum. Herhangi bir şey hissettiğimde bu hisse 37843536. farklı açıdan bakarak bu hissin nedenlerini ortaya koyup akabinde hissettiğim şeyi unutma davranışım (hissetmekten kaçma demeyelim de...) bu duyguda neden işlemiyor anlayamıyorum.
Doğum günleri başarısızlıklarımızı, korktuklarımızı, sustuklarımızı, geçiştirdiklerimizi sayısal bir biçimde yüzümüze çarptığından mıdır bu küs olma hali bilemiyorum. 1 sene daha susmakla 2 sene daha susmak arasındaki o korkunç rasyonel fark nefesimi kesiyor. Sanki bir sene geçiştirmek 1 sene daha geçiştirmekten iyiymiş gibi geliyor. Başarısızlıklarımızın da korktuklarımızın da sustuklarımızın da geçiştirdiklerimizin de bir yaş daha büyümesi, yaşlanması, yaşlandıkça değiştirilemez bir hale bürünmesi, kadere dönüşme ihtimali insanın kanına dokunuyor.
Her sene mahkemeye çıkıp doğum günüme karşı geçmiş yaşımın savunmasını yapıyormuş gibi hissediyorum.
- Şey affedersiniz ama ben onun bu sene de üstesinden gelmeye çalıştım, valla bak.
- Yaz kızım! 25. denemenin de başarısızlığına...
Doğum günlerinde insanların üzerlerindeki "olduğumdan çok daha önemli hissetmeliyim" baskısıysa ayrıca canımı sıkıyor. Bir önceki ve bir sonraki gün önemli olmamaya devam edebilme özgürlüğü ama doğum gününde hatırlandığın kadar var olmak... (yazar burada yumruklarını duvara vuruyor)
Doğum gününü kutlama fikrini ilk kim ortaya attıysa efendi gibi çıksın ortaya bir şey söyleyeceğim. Zaten yalnızlıktan zevk alma, iletişim ve ilişki kurmaktan, sosyalleşmekten kaçınma davranışlarımı değiştirme kararı aldığım yıl dünyada sosyalleşmeyi 6. büyük günaha dönüştüren salgın gelmiş kurulmuş baş köşeye, bu Austenzede'nin sabrını sınamayın artık.
Sanırım doğum günüme karşı hissettiklerimizin sonuna geldik. Şimdi sırada doğum gününü göğüslemek var.
İsmim tek hece olduğu için doğum günü şarkısının melodisine de uymuyor zaten doğum günüyle barışık olmayı baştan kaybediyorum.
Doğum günün kutlu olsun :-)
YanıtlaSilTek heceli isme doğum günü şarkısı söylemeyi denedim de gerçekten zor oluyor. İsmi uzatmaları gerek. O zaman da komik oluyor. Demek ki isimler standart iki heceli olmalı.
Bu tarz düşünceler normalde 30 yaşından sonra başlar, sende sanırım çok daha önce başlamış.
Teşekkür ederim :) artık 30'a 20'den daha yakınım ondan herhalde :D
Sil