5 Ocak 2025 Pazar
Jane Austen Uyarlaması Film: Paging Mr. Darcy
28 Aralık 2024 Cumartesi
Gurur ve Önyargı Gibi Bir Şey
Selamlar, kitap kulübü toplantıları dışında bir şey yazmadığım blogumda bir tiyatro oyunu konuşmaya geldim.
Yıllardır Türkiye dışında oynanan Jane Austen uyarlaması oyunlara ağzının suyu akarak bakan bana büyük bir şok oldu bu oyunun haberi. Aslında oyunun tanıtımını görünce beklentim epey düşmüştü ama bu beni bilet almaktan alıkoyamazdı elbette. Şu nadir ay/ güneş tutulmaları gibi bir şeydi, ömürde 1-2 defa denk gelir cinsten.
Uyarı: bir sonraki paragraf oyundan bağımsız uzunca bir yakınmadır. Kimsenin derdini dinleyemem ben yedim de geldim diyenler sonraki paragrafa cisimlensin rica ederim.
Yazıya başlamadan önce bir hususta sızlanmadan geçemeyeceğim: Zaman! Oyun 3 saate yakın sürdü buraya kadar üzülecek bir şey yok hatta bu bizi ancak ve ancak sevindirebilir fakat tiyatronun salı günü 21.00'de olması, oyunun yaklaşık 20 dk geç başlaması, ne kadar süreceği belli olmayan (yaklaşık 20 dk sürdü) bir ara verilmesi yıpratıcıydı. Bir oyun izlemek için -yağmurlu bir günde iş çıkış trafiğinin şahlandığı İstanbul gerçeğini de hesaba katarsak- hayatımızdan en iyi ihtimalle 5 saat veriyor olmak beni çok yordu. Düşünüldüğünde bu yalnızca bu oyunun değil tüm etkinliklerin bir gerçeği ama izleyicinin hiç düşünülmemesi beni üzüyor gerçekten. Çoğu insan oyunun sonunu beklemeden çıktı. Muhtemelen kullanacakları toplu taşımanın son saatine yetişmeye çalışıyorlardı. İzleyici bunu göze alarak gelsin geliyorsa gibi bir yorum yapılacaksa da hiçbir zaman etkinliklerde süre belirtilmediğinin altını çizmek isterim. Hoş, belirtilse de genellikle o süreye uyulmuyor. Keyifli vakit geçirmek istediğimizde bu omuzlarımıza neden fazladan yük olarak dönüyor bilemiyorum.
Aman ne biliyim ben! (Biraz düşününce hak veren kadın karikatürünün ağzından)
Salona girdiğimizde, 'yanından geçerken poğaçaya zeytin diye fısıldamışlar' bahsindeki meşhur poğaçanın içindeki zeytin miktarı kadar bulunan erkeklerin neye uğradıklarını şaşıran bakışları hepimizi eğlendirdi. Salonun neredeyse tamamı kadın izleyiciden oluşuyordu ve oyun Hanımlar ve Hanımlar hitabıyla başladı.
Başlamadan önce şunu belirtmeliyim ki Gurur ve Önyargı'ya hakim değilseniz hatta uyarlama dizi ve filmlerini izlemediyseniz oyundan zevk almakta zorlanabilirsiniz. Fakat bu blogun okurlarının endişe edeceği bir husus değil diye düşünüyorum.
Oyuna kusursuz bir roman uyarlaması beklentisiyle giderseniz de biraz üzülmeniz muhtemel. Anlamsız görgü kurallarının, şaşalı lafların, zarafetten kırılmaların olmadığını üzülerek bildirmek isterim.
Oyunda içi boşaltılmış slogan söylemler olacak diye ödüm kopuyordu ama başlar başlamaz bu korkumun yersiz olduğunu anladım.
Tanıtımda sanki hikaye hizmetçiler üzerinden yeniden kurulmuş gibi algılamıştım ama öyle de olmadı. Oyuncular birden fazla karakter canlandırarak asıl hikayeyi de olduğu gibi anlatıyor.
Tüm oyuncular kadın. Söz konusu Jane Austen uyarlaması olunca gözler erkeklerin bir meta(!) olarak kullanılmasını aramıyor değil ama iyi oyuncular bu acının üstesinden gelmenizi kolaylaştırıyor. Bir kadın oyuncu da canlandırsa Mr Darcy yine Darcy yine Darcy!
Yazının bu kısmında spoilerlı hava sahasına giriyoruz. Oyunu izleme niyetiniz varsa burada vedalaşalım. Sincerely, Austenzede...
Oyunun roman karakterlerinin iyi analiz edilerek yazıldığı anlaşılıyor. Hatırıma gelmesini dahi istemediğim, şimdilik, bu seferlik, bu yazı için, bir kereliğine zihin sarayımdan çağıracağım, o korkunç (Rabbim bir daha yaşatmasın) İkna uyarlamasındaki gibi Austen'in en olgun karakterini patavatsız bir şahsa büründürmemişler.
Oyunda en sevdiğim şey Bay Bennet'ın bir bitki olarak gösterilmesiydi. Sahneye her çıktığında kahkaha attım.
En sevmediğim şey ise şarkılardı. Özellikle en son söylenen rap formundaki şarkının gözlerimi yaşarttığı gerçeğini de sizden saklayamayacağım.
Oyunda dikkatimi çeken ve sevdiğim anları şu şekilde listeleyebilirim:
- Şimdi ismini anımsayamadığım bir karakterin "Eğer gündeminiz balo değilse, balodan bahsetmiyorsanız, balodasınızdır." cümlesi.
- Bay Darcy'nin Lizzy'ye "Gözleri de ayrı kültürlü" diyerek oyunun kendi ritmince romandaki "kahverengi göz hayranlığı"na yapılan atıf. (Evet tamam vurmayın cümlenin Bay Darcy'ye yakışmadığının ben de farkındayım ama açıklayabilirim lütfen izin verin oyun içinde hiç de sırıtmıyordu valla bakın izleseniz hak verirsiniz siz de evet aynen)
- Mary'nin eteğinin rüzgar yapması nedeniyle Bayan Bennet'ın zavallı sinirlerinin hoplaması.
- Caroline Bingley'nin Lizzy'ye "Uzun mesafe yürüyüşçüsü" diye seslenmesi.
Özetle izlerken eğlendim ve 3 saat nasıl geçti anlamadım, Sosyal medyaya bakasım gelmedi diyeyim ben, siz oradan hesap edin.
Jane Austen uyarlamalarının ülkemizdeki sayısı artar umarım diyerek sözlerime son veriyorum. Oyunu izleyen varsa bana mutlaka yazsın. Neler düşünüyorsunuz merak ediyorum.
Şimdilik hoşça kalın!
Not: 3 (üç) tane okuru olan benim de belirtmem gerekiyor mu bilmiyorum ama yazıda reklam yok. Yalnızca Jane Austen seven bir okurun sayıklamalarıdır? yeminle? ant verdim? arz ederim? hakim bey?
Jane Austen Kitap Kulübü #39 Boyalı Peçe
Jane Austen Kitap Kulübü 39. toplantısını 14 Aralık 2024 Cumartesi günü 21.00'de gerçekleştirdi.
Yasal olmayan uyarı: yazı spoiler içerir.
Romana dair ilk eleştirimiz kısa olmasıydı. Uzun olmak Bir Hanımefendi'nin Portresi'nin değil Boyalı Peçe'nin hakkıydı(!)
Kitap tüm kulüp üyelerinin beğenisine mazhar olmuştu. Normal şartlar altında aldatma/ yasak aşk temalarını okurken ruhu sıkılan ben dahi sevmiştim. Yine karakter gelişimlerini tam olarak okuyamamak ya da karakterleri etraflıca tanıyamamak tadımızı kaçırmıştı.
Ana karakterimiz Kitty ve Gurur ve Önyargı'daki Kitty karakterlerinin benzerliğinden bahisle toplantımızı başlattık. Kitty'nin "eş seçme" sürecinden insanların partner seçimlerini neye göre yaptıklarını masaya yatırdık. Geçmişte okuduğumuz romanlardaki evlilikleri karşılaştırdık.
Bir süre Walter'a üzülme molası verdikten sonra Kitty'nin ilk defa dürtüsel davranışını evlilikle kendisini "güvence altına aldıktan" sonra gerçekleştirmesi üzerine konuştuk. Eş seçiminde kimseye karşı herhangi bir duygu hissedemezken bunu ilk olarak Walter ile evlendikten sonra başkasına karşı duyuyordu.
Yine her zamanki gibi hikayeyi Kitty değil de Walter'ın gözünden deneyimlesek nasıl olurdu'yu hayal ettik.
Bir müddet de Kitty'nin babasına üzülme molası verdikten hemen sonra Kitty'nin evinde baba figürüne saygı duyulmazken kendi evliliğinde Kitty'nin de partnerine saygı duy(a)mamasını masaya yatırdık.
Walter karakteri uzun zamandır okuduğumuz en ilgi çekici karakterlerden biri olmasına karşın onu pek az tanıyabilmemize hayıflandık bir süre daha.
Walter'ın veba salgının olduğu bir yere Kitty ile birlikte gitme ısrarının intihar mı yoksa cinayet mi olduğu üzerinde uzunca durduk. Her yönüyle hem kalp kırıcı hem de kan dondurucu oluşuna şaşırdık.
Boyalı Peçe isminin nereden geliyor olabileceği, sömürgecilik ve romandaki karakterlerin Çinlilere bakış açısı üzerinde de bir süre konuştuk.
Kitabın sonunun hayata benzerliği ile hepimizi hayal kırıklığına uğratması ve sonunun kendimizce nasıl olması gerektiği ile ilgili de konuşmadan edemedik.
Toplantının en vurucu anı ise Walter'ın son sözü "Asıl ölen köpekti."nin ne anlama geldiğinin sorulmasıydı. Anımsamak için burada da durması üzerine açıklamayı yazıyor ve yazıya son veriyorum. Bir sonraki kitabımız Daisy Miller!
Açıklama Berna'dan geliyor. Bu söz Oliver Goldsmith'in "An Elegy on the Death of A Mad Dog" isimli şiirinden bir alıntıdır. Şiirde, iyi bir adamın köpek tarafından ısırılması anlatılır. Herkes adamın öleceğinden emindir ancak köpeğin ani ölümü herkesi şaşırtır. Boyalı Peçe'de Walter 'dog' Kitty 'man' metaforunda yorumlanmıştır. Köpek ve insan kavga ettiğinde herkes köpeğin kuduz olduğunu ve adamın zehirden öleceğini düşünür. Ama sonra görülür ki adam ve yaşar ve köpek ölür. Walter ve Kitty kavga edip de Walter delirerek Kitty'yi salgın bölgesine sürükler. Herkes Kitty'nin ölmesini bekler ama asıl Kitty'nin zehri Walter'ın ölümüne sebep olur. Sonuçta o bölgeye gitmelerinin sebebi Kitty'dir.
Jane Austen Kitap Kulübü #38 Hamnet
Jane Austen Kitap Kulübü 38. toplantısını 17 Kasım 2024 Pazar günü gerçekleştirdi. Bu toplantıda Maggie O'Farrel'dan Hamnet konuştuk.
Toplantıya başlamadan önce hemfikir olduğumuz iki husus vardı. Bunlardan ilki romanı okuma deneyiminin zor oluşuydu. Zaman atlamaları anlamayı çok zorlaştırıyordu. İkincisi ise hikayenin yüreğimizi dağlaması, bizi tarumar etmesi ve mendili elimizden düşürmemize fırsat vermemesiydi. Daha önce aynı yazardan başka bir roman da okuduğumuz için artık şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yazar duyguları okura geçirme konusunda maharetli.
Toplantıya tabii ki Shakespeare'den ilhamla yazılan bu kurgu romanda onun adının hiç geçmemesi ve Agnes'ın etkileyici yaşamı üzerine konuşarak başladık. Konuştuğumuz eserlerde insanların, zamanların, mekanların hatta gerçekliklerin değişimi fakat kadınların hayatta mücadele ettikleri unsurların değişmemesi üzerine bir iki laf söylemeden de geçemedik elbette.
John'un kendisine bambaşka bir yaşam kurarken Agnes'ın kaldığı yerde yalnızlıkla, toplumla, doğumla ve ölümle mücadelesinin görkemi ve eziciliği karşısında etkilenmiştik hepimiz de.
Toplantının devamında hikayede bir şey anlatılmadan önceki uzun girizgahlar bizi yorsa da vebanın hikayeye dahil ediliş biçimin hepimizi etkilemesi üzerine konuştuk bir müddet de.
Yan karakterlerin hikayeye olan etkilerinden de bahsedip toplantımıza son verdik.
Okuması ve takip etmesi zor bir hikaye de olsa genel olarak sevdiğimiz ve hızlıca bitirdiğimiz bir eser oldu Hamnet.
Son olarak şunu da eklemeliyim ki kişisel olarak beni zorlayan bir eser oldu Hamnet. Kayıp ve yas teması bir kenara ikizi olan bir kişi olarak hikayenin onlar etrafında dönmesi ve onların hissettiği duyguları deneyimin gözünden görmek hırpalayıcıydı. Yine de şikayetim yok. Okuma yolculuğunda yalnız olmamanın gücü pansuman etkisi yaratıyor.
Bir sonraki kitabımız Boyalı Peçe.
Sincerely!
Austenzede...
26 Ekim 2024 Cumartesi
Jane Austen Kitap Kulübü #37 Shirley
Jane Austen Kitap Kulübü 37. toplantısını 21 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Charlotte Bronte'nin Shirley'sini konuştuk.
-Yazı spoiler içerir-
Toplantımıza romanın adının Shirley olma nedenini sorgulayarak giriş yaptık. Ana karakter dururken Shirley'nin romana isim olmasını garipsedik.
Romanda hepimizin iyi düşüncelerini kazanan tek karakter Caroline olmuştu. Onun dışında herkese kurulmuştuk.
İlk defa bu dönemde yazılmış bir eserin zarafetten yoksun olmasını şaşkınlıkla karşıladık. Zariflikten gözün gözü görmediği, ne söylendiğinin bile bir iki sn sonra anlaşıldığı diyaloglar neredeydi? Bir süre de bu durumun çeviriden kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşündük.
Charlotte Bronte'nin bu romanı yazarken kardeşlerini kaybetmesinin hüznü eserin her yerine sinmiş gibi hissetmiştik her birimiz de ve Bronte kardeşlerin eserlerinde bulunan kasvetin de bütün okuma deneyimi boyunca bizi çevrelediğine değinmeden edemedik.
Hikayenin ilerleyiş biçimi bizi şaşırtan diğer hususlardan bir tanesiydi. Aylarca Caroline'ın gözleri önünde Shirley ve kuzeni birbirlerini sevmişlerdi ve bu durum yepelek ruhlarımızı harap etmişti.
Aynı zamanda romanda hem karakterlerin hikayelerini hem sosyal, siyasi ve dini unsurları takip etmenin bizi bir miktar yorduğuna kanaat getirdik.
Bir aralık başkasının deneyiminden ders almanın iyi mi yoksa kötü mü olduğu üzerinde tartıştık. Bizi bu yola getiren neydi onu ben de hatırlamıyorum ama bu konuda hala düşünüyorum, net bir fikrim yok.
Bir süre Bayan Pryor'ın safi kötü mü yoksa patavatsız mı olduğu üzerine konuştuk. Zira hikaye boyunca savurduğu kan dondurucu cümlelerin başka bir açıklaması olamazdı.
Devam eden süreçte Shirley'nin baronetin evlilik teklifini reddetmesine anlam veremeyen dayısının düşünce biçimini masaya yatırdık. Çoğu erkek gibi "güçlü" kadınların karşısında "güçsüz" erkek görmek isteyeceği düz mantığından hareketle anlam veremiyordu bunda hemfikir olmuştuk. Ve bahsedilen "gücün" ne olduğu ve aynı zamanda ne olmadığı üzerine de bir süre konuştuk.
Biz romanı okurken Robert da bir ara Caroline'dan hoşlanır olmuş. Hala düşünüyoruz biz o saatte neredeydik, başımıza bir şey gelmiş olmasın!
Bir süre de Luis'nin kişiliği üzerine atıp tuttuk. Kendi duygularını ifade edemeyip neredeyse sokratik sorgulama ile Shirley'e aşkını itiraf ettirişine bir müddet gülmüş olabiliriz. Son olarak Luis'nin Shirley'nin kendisinden sosyoekonomik olarak düşük seviyede olduğu paralel evrenlerin hayalini kurduğu kısımlara da hazırladığımız lafları da söyleyip toplantımızı sonlandırdık.
Uzun zaman sonra Bronte üzerinde konuşmak hepimize iyi geldi. Bir sonraki kitabımız Hamnet- Maggie O-Farrell.
Hadi görüşürüz.
25 Ağustos 2024 Pazar
Jane Austen Kitap Kulübü #36 Koleksiyoncu
Jane Austen Kitap Kulübü 36. toplantısını 20.07.2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bir önceki toplantıda aynı hikayeye farklı karakterlerin gözünden bakmayı sevdiğimizi konuşurken kulüp üyelerimizden Sueda'nın önerisiyle John Fowles'ın Koleksiyoncu'sunu okumaya karar verdik. Başlangıçta eserin konusu münasebetiyle çekinsek de hikayenin üslubu sayesinde rahat bir okuma seyri yaşadığımızı fark ettik.
Genel hatları itibarıyla hepimiz romanı sevmiştik. Üzerinde en çok durduğumuz konu ise "Bir insan neden sever/ aşık olur?"du. Yukarıda da değindiğim üzere kitabın üslubu da hepimizden geçer not almıştı.
Yazarın her iki karakter gözünden de hikayeyi anlatımını sevmiştik. Erkek tarafın gözünden bakarken empati yoksunluğu ve kadın tarafın hisleri asla anlayamayışı en çok dikkatimizi çeken unsurdu.
Bir kaçırılma ve alıkonma hikayesi okuyacağımız için gerileceğimizi düşünürken yazarın olayları doğal bir anlatımla yumuşatması bizi şaşırtmıştı. Fakat sonraki süreçte de bu doğallık ve kolaylık hatta basitlik tüylerimizi ürpertmişti.
Yazarın daha önce başka kitaplarını da okuduğumuz için kadın karakterlerin gözünden anlatımdaki başarısını da takdir etmeden geçemedik.
Bir süre de koleksiyonculuk/ koleksiyoner olmak üzerine düşüncelerimizi masaya yatırdık. Romanda koleksiyonculuk eleştirisi mi var yoksa bu kavram bir metafor olarak mı kullanılmışın üzerinde gezindi düşüncelerimiz. İnsanın biriktirme davranışı, bu davranışın bilinçaltı yansımaları ve bundan ne gibi bir kazanç elde edildiği üzerinde de konuşmadan geçemedik. Hiçbir faydası olmayan eşyaların gözümüzün önünde topluca durması, bir türün her ürününe sahip olmak bizi neden rahatlatıyordu? Sahilde bir deniz kabuğu görünce onu cebimize atmaktan neden kendimizi alıkoyamıyorduk?
Ana karaktere yönelik verdiğimiz üzülme molasının hemen ardından ise acaba para ve zaman kaygımız olmadan daha kötü canlılar mı olurduk sorusunu enine boyuna irdeledik. Bu kaygıların olumsuz duyguları kontrol altında tutmayı ya da belki de unutmayı sağlayıp sağlamadığı üzerinde fikir teatisinde bulunduk.
Uzunca bir süre de aşk ve sevgi gibi kavramlar üzerinde düşündük. Başkasını sevme başkasına değer verme gibi görünen davranışların özünde yine bencil duygular barındırdığını fark etsek de bu davranışları neye dönüştürüyorsak o kadar iyi ya da kötü olduğumuz sonucunu çıkardık.
Biz tam bunları konuşurken odama giren bir kelebeğin kulağıma girmeye çalışmasıyla kanımın tüm vücudumdan çekilmesi bir oldu. Tesadüf olmasını umduğum bu epik an tüm okuma deneyiminin bende oluşturamadığı korku duygusunu saniyeler içinde yaşattı :(
Bu kitabı okumuşken ana erkek karakter özelinde insanların sevme davranış biçimlerine de değinmesek olmazdı. Olumlu bir karşılık gördüğümüzde neden soğuma davranışı gösteriyoruz'dan hareketle biraz Bay Darcy'de soluklandık. Şaşırdınız değil mi? Evet bazen kayboldum sandığınız yollar sizi deniz manzarasına çıkarır dostlarım. Bunu sakın unutmayın(!).
İnsan yetiştirmede empati'ye ağırlık vermenin önemini daha iyi anladık. Baş karakterin hiç roman okumaması vurgusundan güç alarak empati duygusunun gelişiminde roman okumanın yeri üzerinde savuşturduk düşüncelerimizi bir müddet de. Ve toplumdaki pek çok sorunun -özellikle suç davranışı- empatinin içselleştirilmesiyle çözülebileceğiyle hemfikir olduk.
Kitaptaki Jane Austen referansları ise hepimizin altını çizdiği satırlar arasındaydı. Yazardan güç alarak biraz da Jane Austen konuşup toplantımızı sonlandırdık.
Bu kitabı okuduktan sonra artık hiçbirimiz sahilde bulduğumuz deniz kabuğunu kaygısız bir şekilde eve götürüp koleksiyonunu yapamayacağız büyük bir ihtimalle.
Bir sonraki kitabımız ise Shirley- Charlotte Bronte.
19 Haziran 2024 Çarşamba
Jane Austen Kitap Kulübü #35 Evlilik Portresi
Jane Austen Kitap Kulübü 35. toplantısını 01.06.2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Maggie O'Farrell'in Evlilik Portresi'ni konuştuk.
Kitabın konusunun gerçek kişilere dayanması yönünden hepimizi ilk anda etkilemiş olduğuyla sohbetimize başladık.
Gerçek ve kurgunun hangi alanlarda ayrılıp hangi alanlarda birleştiğini konuşmakla devam ettik. Ve bir kadının ne yaparsa yapsın nasıl olursa olsun toplum tarafından kabul görmeyişine üzüldük.
Kitabın üslubunun akıcı olması ve kısa sürede okunmasıyla bize rahat bir okuma deneyimi sunduğu konusunda hemfikir olduk.
Kitabı okurken duyduğumuz eksiklik hissini tarih bilgimizin yetersizliğine yorduk.
Olayları bir de Alfonso tarafından görmek istedik ve yeri gelmişken ilahi bakış açısına methiyeler dizdik ve aynı hikayenin farklı karakterlerin gözünden anlatılması usulünü çok sevdiğimizi fark ederek bu türdeki baş yapıt olarak Midnight Sun'ı anmadan edemedik.
Alfonso'nun davranışlarını ve altında yatan duygu ve düşünceleri masaya yatırdık. Yer yer onu bağışladık yer yerse yargılayıp hüküm giydirdik.
Bu zamana kadar varlıklı insanların gözünden pek çok olay örgüsü okumuş/ izlemiş olan bizler ilk defa ana karakterin yaşadığı zorluklara içtenlikle hak verirken bulduk kendimizi.
Kendisinden tek beklentinin bir varis doğurmak ve bunun gerçekleşmemesi halinde başına hiç de iyi şeylerin gelmeyeceğini bilmesine karşın Lucrezia'nın yine de Alfonso gibi birinden çocuk sahibi olmak konusunda tereddüt etmesi önünde saygıyla eğildik ve acaba bunu kaç insan düşünebilirdi üzerinde konuştuk.
Her ne kadar ilgi çekici, sürükleyici bir okuma süreci yaşasak da Lucrezia ve ailesinin kadınlarına üzülmeden de geçemedik.