26 Ekim 2024 Cumartesi

Jane Austen Kitap Kulübü #37 Shirley

Jane Austen Kitap Kulübü 37. toplantısını 21 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Charlotte Bronte'nin Shirley'sini konuştuk.


-Yazı spoiler içerir-

Toplantımıza romanın adının Shirley olma nedenini sorgulayarak giriş yaptık. Ana karakter dururken Shirley'nin romana isim olmasını garipsedik.

Romanda hepimizin iyi düşüncelerini kazanan tek karakter Caroline olmuştu. Onun dışında herkese kurulmuştuk.

İlk defa bu dönemde yazılmış bir eserin zarafetten yoksun olmasını şaşkınlıkla karşıladık. Zariflikten gözün gözü görmediği, ne söylendiğinin bile bir iki sn sonra anlaşıldığı diyaloglar neredeydi? Bir süre de bu durumun çeviriden kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşündük.

Charlotte Bronte'nin bu romanı yazarken kardeşlerini kaybetmesinin hüznü eserin her yerine sinmiş gibi hissetmiştik her birimiz de ve Bronte kardeşlerin eserlerinde bulunan kasvetin de bütün okuma deneyimi boyunca bizi çevrelediğine değinmeden edemedik.

Hikayenin ilerleyiş biçimi bizi şaşırtan diğer hususlardan bir tanesiydi. Aylarca Caroline'ın gözleri önünde Shirley ve kuzeni birbirlerini sevmişlerdi ve bu durum yepelek ruhlarımızı harap etmişti. 

Aynı zamanda romanda hem karakterlerin hikayelerini hem sosyal, siyasi ve dini unsurları takip etmenin bizi bir miktar yorduğuna kanaat getirdik.

Bir aralık başkasının deneyiminden ders almanın iyi mi yoksa kötü mü olduğu üzerinde tartıştık. Bizi bu yola getiren neydi onu ben de hatırlamıyorum ama bu konuda hala düşünüyorum, net bir fikrim yok.

Bir süre Bayan Pryor'ın safi kötü mü yoksa patavatsız mı olduğu üzerine konuştuk. Zira hikaye boyunca savurduğu kan dondurucu cümlelerin başka bir açıklaması olamazdı.

Devam eden süreçte Shirley'nin baronetin evlilik teklifini reddetmesine anlam veremeyen dayısının düşünce biçimini masaya yatırdık. Çoğu erkek gibi "güçlü" kadınların karşısında "güçsüz" erkek görmek isteyeceği düz mantığından hareketle anlam veremiyordu bunda hemfikir olmuştuk. Ve bahsedilen "gücün" ne olduğu ve aynı zamanda ne olmadığı üzerine de bir süre konuştuk.

Biz romanı okurken Robert da bir ara Caroline'dan hoşlanır olmuş. Hala düşünüyoruz biz o saatte neredeydik, başımıza bir şey gelmiş olmasın!

Bir süre de Luis'nin kişiliği üzerine atıp tuttuk. Kendi duygularını ifade edemeyip neredeyse sokratik sorgulama ile Shirley'e aşkını itiraf ettirişine bir müddet gülmüş olabiliriz. Son olarak Luis'nin Shirley'nin kendisinden sosyoekonomik olarak düşük seviyede olduğu paralel evrenlerin hayalini kurduğu kısımlara da hazırladığımız lafları da söyleyip toplantımızı sonlandırdık.

Uzun zaman sonra Bronte üzerinde konuşmak hepimize iyi geldi. Bir sonraki kitabımız Hamnet- Maggie O-Farrell.

Hadi görüşürüz.

25 Ağustos 2024 Pazar

Jane Austen Kitap Kulübü #36 Koleksiyoncu

Jane Austen Kitap Kulübü 36. toplantısını 20.07.2024 tarihinde gerçekleştirdi.  Bir önceki toplantıda aynı hikayeye farklı karakterlerin gözünden bakmayı sevdiğimizi konuşurken kulüp üyelerimizden Sueda'nın önerisiyle John Fowles'ın Koleksiyoncu'sunu okumaya karar verdik. Başlangıçta eserin konusu münasebetiyle çekinsek de hikayenin üslubu sayesinde rahat bir okuma seyri yaşadığımızı fark ettik.


Genel hatları itibarıyla hepimiz romanı sevmiştik. Üzerinde en çok durduğumuz konu ise "Bir insan neden sever/ aşık olur?"du. Yukarıda da değindiğim üzere kitabın üslubu da hepimizden geçer not almıştı.

Yazarın her iki karakter gözünden de hikayeyi anlatımını sevmiştik. Erkek tarafın gözünden bakarken empati yoksunluğu ve kadın tarafın hisleri asla anlayamayışı en çok dikkatimizi çeken unsurdu. 

Bir kaçırılma ve alıkonma hikayesi okuyacağımız için gerileceğimizi düşünürken yazarın olayları doğal bir anlatımla yumuşatması bizi şaşırtmıştı. Fakat sonraki süreçte de bu doğallık ve kolaylık hatta basitlik tüylerimizi ürpertmişti. 

Yazarın daha önce başka kitaplarını da okuduğumuz için kadın karakterlerin gözünden anlatımdaki başarısını da takdir etmeden geçemedik.

Bir süre de koleksiyonculuk/ koleksiyoner olmak üzerine düşüncelerimizi masaya yatırdık. Romanda koleksiyonculuk eleştirisi mi var yoksa bu kavram bir metafor olarak mı kullanılmışın üzerinde gezindi düşüncelerimiz. İnsanın biriktirme davranışı, bu davranışın bilinçaltı yansımaları ve bundan ne gibi bir kazanç elde edildiği üzerinde de konuşmadan geçemedik. Hiçbir faydası olmayan eşyaların gözümüzün önünde topluca durması, bir türün her ürününe sahip olmak bizi neden rahatlatıyordu? Sahilde bir deniz kabuğu görünce onu cebimize atmaktan neden kendimizi alıkoyamıyorduk? 

Ana karaktere yönelik verdiğimiz üzülme molasının hemen ardından ise acaba para ve zaman kaygımız olmadan daha kötü canlılar mı olurduk sorusunu enine boyuna irdeledik. Bu kaygıların olumsuz duyguları kontrol altında tutmayı ya da belki de unutmayı sağlayıp sağlamadığı üzerinde fikir teatisinde bulunduk. 

Uzunca bir süre de aşk ve sevgi gibi kavramlar üzerinde düşündük. Başkasını sevme başkasına değer verme gibi görünen davranışların özünde yine bencil duygular barındırdığını fark etsek de bu davranışları neye dönüştürüyorsak o kadar iyi ya da kötü olduğumuz sonucunu çıkardık. 

Biz tam bunları konuşurken odama giren bir kelebeğin kulağıma girmeye çalışmasıyla kanımın tüm vücudumdan çekilmesi bir oldu. Tesadüf olmasını umduğum bu epik an tüm okuma deneyiminin bende oluşturamadığı korku duygusunu saniyeler içinde yaşattı :( 

Bu kitabı okumuşken ana erkek karakter özelinde insanların sevme davranış biçimlerine de değinmesek olmazdı. Olumlu bir karşılık gördüğümüzde neden soğuma davranışı gösteriyoruz'dan hareketle biraz Bay Darcy'de soluklandık. Şaşırdınız değil mi? Evet bazen kayboldum sandığınız yollar sizi deniz manzarasına çıkarır dostlarım. Bunu sakın unutmayın(!).

İnsan yetiştirmede empati'ye ağırlık vermenin önemini daha iyi anladık. Baş karakterin hiç roman okumaması vurgusundan güç alarak empati duygusunun gelişiminde roman okumanın yeri üzerinde savuşturduk düşüncelerimizi bir müddet de. Ve toplumdaki pek çok sorunun -özellikle suç davranışı- empatinin içselleştirilmesiyle çözülebileceğiyle hemfikir olduk. 

Kitaptaki Jane Austen referansları ise hepimizin altını çizdiği satırlar arasındaydı. Yazardan güç alarak biraz da Jane Austen konuşup toplantımızı sonlandırdık. 

Bu kitabı okuduktan sonra artık hiçbirimiz sahilde bulduğumuz deniz kabuğunu kaygısız bir şekilde eve götürüp koleksiyonunu yapamayacağız büyük bir ihtimalle.

Bir sonraki kitabımız ise Shirley- Charlotte Bronte. 

19 Haziran 2024 Çarşamba

Jane Austen Kitap Kulübü #35 Evlilik Portresi


Jane Austen Kitap Kulübü 35. toplantısını 01.06.2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Maggie O'Farrell'in Evlilik Portresi'ni konuştuk.

Kitabın konusunun gerçek kişilere dayanması yönünden hepimizi ilk anda etkilemiş olduğuyla sohbetimize başladık.

Gerçek ve kurgunun hangi alanlarda ayrılıp hangi alanlarda birleştiğini konuşmakla devam ettik. Ve bir kadının ne yaparsa yapsın nasıl olursa olsun toplum tarafından kabul görmeyişine üzüldük.

Kitabın üslubunun akıcı olması ve kısa sürede okunmasıyla bize rahat bir okuma deneyimi sunduğu konusunda hemfikir olduk.

Kitabı okurken duyduğumuz eksiklik hissini tarih bilgimizin yetersizliğine yorduk.

Olayları bir de Alfonso tarafından görmek istedik ve yeri gelmişken ilahi bakış açısına methiyeler dizdik ve aynı hikayenin farklı karakterlerin gözünden anlatılması usulünü çok sevdiğimizi fark ederek bu türdeki baş yapıt olarak Midnight Sun'ı anmadan edemedik.

Alfonso'nun davranışlarını ve altında yatan duygu ve düşünceleri masaya yatırdık. Yer yer onu bağışladık yer yerse yargılayıp hüküm giydirdik.

Bu zamana kadar varlıklı insanların gözünden pek çok olay örgüsü okumuş/ izlemiş olan bizler ilk defa ana karakterin yaşadığı zorluklara içtenlikle hak verirken bulduk kendimizi.

Kendisinden tek beklentinin bir varis doğurmak ve bunun gerçekleşmemesi halinde başına hiç de iyi şeylerin gelmeyeceğini bilmesine karşın Lucrezia'nın yine de Alfonso gibi birinden çocuk sahibi olmak konusunda tereddüt etmesi önünde saygıyla eğildik ve acaba bunu kaç insan düşünebilirdi üzerinde konuştuk.

Her ne kadar ilgi çekici, sürükleyici bir okuma süreci yaşasak da Lucrezia ve ailesinin kadınlarına üzülmeden de geçemedik.

Jane Austen Kitap Kulübü #34 Wildfell Hall'un Kiracısı


Jane Austen Kitap Kulübü 34. toplantısını 05.05.2024 tarihinde gerçekleştirdi. 

Her zamanki gibi toplantımıza kitabı genel olarak sevip sevmediğimizi konuşarak başladık. Uzun zaman sonra Bronte kardeşlerden bir şeyler okumak hepimize iyi gelmiş ve genel olarak kitabı sevmiştik.

Mr. Huntington karakterinin lovebombing, gastlighting ve ghostingin kitabını yazabilecek seviyede bir insan olduğunu fark etmemiz çok uzun sürmedi. 

O dönemde yaşanan bir "yasak aşk"ın öğrenilmesinin ardından diğer karakterlerin tutumu hepimizi şaşırtmıştı. Biz Jane Austen'den ve diğer tüm dönem romanlarından böyle öğrenmemiştik çünkü. (Kaynaklarımızın güvenilirliği gözlerinizi yaşartmasın rica ederim.)

Küçük Arthur'un babasını annesine göre daha çok sevmesinden hareketle çocuk yetiştirmede günümüzde yaygın olan ebeveyn tutumlarından bahsetmeden edemedik. Çoğu hikayede ebeveynlerden birinin kuralları belirlemekle görevli bir konuma yerleştirilmesi ve diğer ebeveynin bir çocuk için eğlenceli olabilecek davranışları bir yaşam düzeni haline getirerek gönüllerde taht kurması kurnazlığından konuştuk.

"Kötü bir anne" olabilmek için de "iyi bir baba" olabilmek için de ne kadar az şeyin gerektiğini fark edince üzülmeden edemedik.

Toplantıda herkesin kadın olmasından mütevellit bir an hayatı erkek olarak deneyimlemenin nasıl bir his olabileceği konusunda hayal kurduk.

Yıllar geçse de ebeveyn rollerinin değişmemesine bir miktar üzüldük.

Markham karakterinin Helen'e olan güveninin gerçekçiliğine değinmeden de geçemedik. Helen'le ilgili pek çok söylenti varken ve Helen de bunları yalanlamazken bu sadakati samimi bulmadık.

Markham'ın kimseyle iletişim kurmadan karşısındaki kişinin niyetini okumaya çalışmasıyla onu Overthinkistan Krallığı unvanına layık görmemiz uzun sürmedi.

Helen'in yaptığı evlilikte bilinç altında neler olabileceğini de konuştuk tabii ki. İnsanların bir ilişkiye başlarken partnerlerinin kendilerine göre "kabul edilemez" yönlerini değiştirmek motivasyonuyla yol almalarının bencil tarafını masaya yatırdık.

Toplantının sonunda kitabın hem olay örgüsü hem üslubu hem de üzerinde tartışacak pek çok konu vermesiyle bize doyurucu bir okuma deneyimi yaşattığında hem fikir olduk.

Jane Austen Kitap Kulübü #33 Sevgilerimle


Jane Austen Kitap Kulübü 33. toplantısını 09.03.2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Jane Austen'in Derya Boztaş tarafından Türkçeye çevrilen mektuplarının yer aldığı Sevgilerimle'yi konuştuk.

Bu toplantıda okuduğumuz eser Jane Austen'in mektupları olduğu için hepimiz çok heyecanlıydık fakat genel bir memnuniyetsizlik hakimdi bizlerde.

Mektuplarda sözü edilen kişileri tanımamamızdan mütevellit okumaya devam etmekte zorlanmıştık hepimiz de.

Toplantımıza yazarların mektuplarının yayınlanması hakkındaki düşüncelerimizle başladık. Biz yazar olsak ve yalnızca yazdığımız kişi tarafından okunacağını düşündüğümüz mektuplar okurlarımız tarafından öğrenilse ne düşünürdük üzerinde konuştuk.

Artık mektuplaşmanın tarihe karıştığı dünyamızda ileride yazarların Whatsapp mesajları ya da mailleri de yayınlanır mı acaba diye düşünmeden de edemedik.

Jane Austen'in mektuplarında romanlarından izler aradık bir müddet.

Bir ara sohbetimiz sevmekten utanç duyduğumuz şeylere kaydı ama inanın oraya nasıl geldik ben de bilmiyorum, birtakım ÇARPICI İTİRAFLAR yaptığımı hatırlıyorum sadece fakat onları buraya yazacak cesaret yok bende.

Son olarak Jane Austen konuşmayı fırsat bilip Mr. Da.. pardon Austen'in diğer romanları hakkından konuşmaktan da geri duramadık elbette. Ve toplantımızı sonlandırdık.

Jane Austen Kitap Kulübü #32 Bir Kır Balosu


Jane Austen Kitap Kulübü 32. toplantısını 14 Ocak 2024 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda Honore De Balzac Bir Kır Balosu'nu konuştuk.

Toplantı üzerinden uzun zaman geçmesi nedeniyle tam hatırlayamasam da notlardan yararlanarak kısa bir özet geçeceğim.

Kitabın tanıtımında 18. yy., balo ve evlilik gibi kelimeleri görünce bizim kulüpte tartışmaya uygun olup olmadığı üzerinde düşünmemize çok da gerek kalmadı. 

Kitabın 79 sayfa olması itibarıyla üzerinde uzun uzadıya konuşamadık fakat evliliğin birbirini seven iki insanın hayatlarını birleştirmesinden daha karmaşık ve toplumları şekillendirmeye yarayan belki de en önemli araçlardan biri olduğunu daha iyi anladığımızdan bahsettik.

Ana karakterin diğer romanlardaki karakterlerden farklı kişilik özellikleri bizi şaşırttı. Genellikle hep kabaca "iyi" diye tanımlanabilecek karakterlerin gözünden hikayelere bakmaya alışkın olan bizler yerimizi yadırgadık.

Kitabın her ne kadar kısa olsa da okumasının kolay olmadığı konusunda hemfikir olduk.

Genel olarak kitabı sevsek de bir kitabın kısa olmasının onunla güçlü bir bağ kuramamamız yönünde bizi olumsuz etkilediğine kanaat getirdik.

Ve tüm bunları fırsat bilip uzunca bir süre görüşememenin verdiği özleme de dayanarak bu toplantıda bol bol Jane Austen konuştuk. 

Son olarak altını çizdiğim tek satırı yazarak yazıyı sonlandırıyorum. Bu cümleyi okuyunca tüm kitabı da anlamış kadar oluyor insan.

- "Bir kadının kalbine er ya da geç tahribat veren şiddetli bir duygu olmadığında, genç heveslerini ölçüsüz bir seçkinlik aşkıyla dolduruyor ve soylu olmayanlara karşı derin bir küçümseme hissi duyuyordu." syf. 20

Dinlenme Rahatlama Yılım - Ottesa Moshfegh

Tesadüf eseri bu yazıda kendini bulanlar; öncelikle okuyacağınız şey bir kitap inceleme yazısı değildir. Yazı yazmaya dönmeye çalışan bir blog yazarının kitabı kendine bahane etmesinden ibaret. O yüzden bir kitap incelemesi bekliyorsanız şu anda yazıyı okumaya veda edebilirsiniz.

Bundan tam bir yıl önce bu kitabı bitirdiğimde blog yazısına şöyle bir giriş yapmayı planlamıştım. Hala telefonumun notlar kısmında duruyor o cümle.

"Acaba kaçımız -maddi kaygılar olmadan- onayını almak istediğimiz insanların olmadığı bir dünyada depresyona girmeden hayata devam edebiliriz?"

Babamın vefatıyla soruma aniden cevap alacağımı bilmiyordum bu cümleyi yazarken. Sonraki uyku ve uyanıklık arasında seyreden aylarda cevap aramanın da beyhude bir çaba olduğunu anladım. Çok sıradan bir cümle olacak ama yaşamak gerekiyormuş anlamak için.

Bu süreçte bana herhangi bir soru sorulunca artık öyle düşünmediğimi çok iyi bilsem de eski hazır cümlelerimden birini seçip ortaya atarken buluyorum kendimi ve kitabın ana karakterini daha iyi anlıyorum. Her şeyin anlamını yitirmesi ve rahatsız edici bir uğultuya dönüşmesi insanın boyunu aşıyormuş. Yaşamın her zaman senden büyük olduğunu anlayınca ne anın ne gelecek planlarının ne hayallerin önemi kalıyormuş. İnsan bazen gerçekten "yaşamaya" ara vermek isteyebiliyormuş. 

Bundan sonrası ya ana karakterdeki gibi bir uyanmama çabası ya da yaşamın asla durmaması karşısındaki güçsüzlüğümüzü 'kabul'ün kucaklamasına izin vermek sanırım.

Gözlerimi kapatıp anımsamaya çalıştığımda kitabı bitirdikten hemen sonra çok iyi şeyler yazmak üzere buraya koşmaya fırsat kolladığımı hatırlıyorum. Bu zamana kadar okuduğum en ilginç kitaplardan biri olduğunu söyleyecektim size. Siz de okusanıza diyecektim birlikte konuşalım mı?

Yine yaklaşık bir yıl önce telefonumun notlar kısmına kitapla ilgili yazdıklarımı noktasından virgülüne değiştirmeden yazacağım buraya.

"oh burjuva dertleri ne iyi geldi biraz da şuralarıma ver nasıl çekti de aldı ruhumu bedenimden bir bardak kahve fiyatını nasıl da unutturdu ana karakterin Reva isimli arkadaşından nefret etmesi bir kıskançlık duygusu mu yoksa yansıtma mı paranın mutlulukla bir ilgisi yok mu gerçekten ya arkadaşlar ben şaka yapıyoruz aramızda eğleniyoruz alay geçiyoruz sanıyordum yaşama devam edemeyip depresyona giren ruha sonraki süreçte depresyona da devam edememe şoku mu ne bu..."

Şimdi okuyunca utandım satırlarımdan. Ana karakteri anlamanın yakınına bile yaklaşamamış olmamı, o anki ben'i kıskandım sanırım.

Bir de şöyle bir cümle yazmışım bunu bir yere bağlamayı düşünüyordum sanırım ama şu an eski ben ile birlikte o bağlantı yolu da tarihe karışmış belli ki.

"Size şey anımı anlatmış mıydım? Sabah iş yerimde x- ray cihazından geçerken telefonumu yandaki masaya bıraktım. Spotifyımın hala açık olduğu telefonumu geri alırken birden ekranın ışığı yandı, güvenlik görevlisi, ben ve Özcan Deniz göz göze geldik." 

Son olarak altını çizdiğim satırlara bakalım ve bu yeniden başlama yazısını nihayete erdirelim.

- Başkalarının başarılarının yasını tutmak... (syf 33)

Bir cümle bile olmayan bu not beni tekrardan derin bir kedere boğdu. Daha önce hissettiğim ama söze dökemediğim bir durumun biri tarafından tanımlanması ayrı bir keyif veriyor bana. Tarif edilen şey üzücü olsa da haftalardır aradığım çorabımın tekini bulmuş gibi tamamlanmış hissediyorum.

- Neden umursuyorsun? Bu bir yarış değil ki.

  Evet bir yarış. Sen farkında değilsin çünkü hep kazanıyorsun. (syf 117)

Bu alıntı pervasızca motivasyon konuşmaları yapan/ kitapları yazan ve aynı zamanda da kendisiyle aynı imkanlara sahip olduğumuzu düşünen insanları hatırlattı bana :(

Kitapta altını çizdiğim son cümleyse kitabın ana karakterinin yaşamı boyunca kendisi ile ilgili hissini özetliyor gibi geldi bana. Onu da yazıp yazıya son vereceğim. Görüşmek ümidiyle.

-Uzamda yer kaplamaya layık değildim. Yaşadığım için affınızı rica ediyorum. (syf 193)