Bilimsel araştırma yöntemlerini öğrenince ben de her akl-ı selim, vakur, akıllı, fikirli, mantıklı insanın yapacağı gibi oturup arama çubuğuna okuduğum bölümle uzaktan akraba bile olamayacak "Jane Austen" ismini yazdım (bu dünyanın kahrını ben mi çekeceğim beh!).
Hal böyle olunca tez konusu bulamazsam dönemimin uzayacağı şeklindeki önemsiz ayrıntıyı kafamdan silip araştırmalarım sırasında gözüme çarpanları sizlerle paylaşmaya geldim. Arz ederim. Şimdilik sevgili İngilicçem müsaade buyurmadıkları için aramayı Türkçe ile sınırlı tuttum.
Bu yazıda okurken çok eğlendiğim iki teze değineceğim. Ama başlamadan önce makalelerin çoğunda rastladığım birkaç görüşe yer verip bunun üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.
Araştırmacılar Jane Austen'in duygudan arındırılmış "erkeksi" bir dili olduğuna inanıyorlar ve bunu da Jane Austen'in dönemin ağır kurallarını "çaresizce" kabullenişine bağlıyorlar. Benim aklıma ilk gelense duygusuz bir üslubun neden erkeklerin tekelinde olduğunun düşünüldüğü. Bir kadının duygusuz olması neden ataerkil sisteme bir yaranma olarak algılanıyor anlayamıyor ve teessüflerimi bildiriyorum. Günümüzde kadın erkek konularında aştığımızı düşünsek bile akademik düzeyde yazılmış bir metinde bu cümleleri okumak beni biraz üzdü açıkçası. Siz ne düşünüyorsunuz? Jane Austen ağdalı aşk sözleri yazıp kurgusuna biraz da cinsellik ekleyip takma bir erkek isminin ardında romanlarını yayımlasaydı erkek egemen sisteme karşı gelmiş mi olurdu? Ne düşünüyorsunuz bana yazın cidden merak ediyorum.
Diğer bir takıldığım nokta da Jane Austen'in eserlerinde sınırlı bir çevreyi ele alma ve dönemin siyasi olaylarına yer vermeme kararına üzülen yazarlar. Toplumsal normları sorgusuz sualsiz kabul etmiş karşılık vermemiş diye eleştirdikleri kadını bir de neden dönemin diğer yazarları gibi siyasal olaylara yer vermemiş aykırılık yapmış diye eleştiriyorlar. Vallahi amacım Jane Austen savunuculuğu yapmak değil. Benim sinir olduğum konu insanlar özgür olmalı diye slogan atıp sonra da insanlar kendi özgürlük tanımlarına uymuyor diye öfkelenenler.
Şimdi asıl konumuza dönebiliriz. Birinci tezimiz 1989 yılında Suna Akalın tarafından yazılmış Jane Austen Romanlarındaki Komik Unsurlar isimli yüksek lisans tezi.
89 yılında yazılan bu tez günümüze göre daha samimi diliyle beni hemen içine aldı diyebilirim. Daktiloda tez yazanlara helal olsun demeyi de bir borç bilirim. Tezde altını çizdiğim ilk atıf Horace Walpole'ün "Dünya düşünebilenler için bir komedi duygularına ağırlık verenler için ise bir trajedidir." sözü.
Jane Austen'in roman hayatını ise iki döneme ayırıyor yazar 1810'a kadar olan dönem ve 1810'dan sonraki dönem. Austen'in sıklıkla kullandığı anlatım biçimi karakter farsı olduğu ve gelenekler ve görenekler komedisinin de neoklasik temellerini attığını söylüyor yazar.
Tezde en çok dikkatimi çeken şey ise yazarın Gurur ve Önyargı'da Jane Austen'in kendini Bay Bennet ile özdeşleştirdiğini ve onun kütüphanesinin Austen'in zihni olduğunu düşünmesiydi. Yazara göre Austen kendini eleştiriyormuş aslında Bay Bennet'ın alaycı tavrını eleştirirken. Bu düşünce çok hoşuma gitti.
Austen'in mektuplarından alınan bilgiye göre deniz ve denizcilik söz konusu olduğunda Jane Austen romantikleşirmiş. İkna romanının bu denli duygusal olmasının sebebi olarak da bu işaret ediliyor. Eyy yetkililer şu kadının mektuplarını Türkçeye çevirin yalvarırım. Yalvaracağını otur İngilizce çalış derseniz demeyin üzülürüm.
Yazar Austen'in insanlarla alay etmesinin sebebinin 'insanları ciddiye alması' olduğunu söylüyor.
Diğer tezimiz 2007'de Elif Yeşilgül Akdeniz tarafından yazılan Jane Austen'in Pride and Prejudice ve Emma Adlı Eserlerinde Kadın ve Evlilik Anlayışı isimli yüksek lisans tezi.
Tez yazarın Austen'in aşk sahnelerini bayağı bulduğu düşüncesiyle başlıyor. Austen bu tarz durumların kişiler arasında kalması taraftarıymış o sebeple romanlarda karakterlerin ilişkilerinin toplum içindeki boyutlarını okuyabiliyormuşuz sadece.
Yazar Austen'in kadınlarıdaki hassaslığı, duygusallığı ve romantik özlemleri kusur olarak gördüğünü ve eserlerinde bunları düzelttiğini söylüyor.
Tezde David Daiches'in Austen'i Marks'tan önce bir bakıma Marksist olan tek büyük İngiliz romancısı olarak tanımladığı da yer alıyor. Yazdığı karakterlerin kapitalist burjuvazinin tipik temsilcileri olduğunu düşünmesinden ötürüymüş bu da.
Jane Austen evliliklerde aşk ve para olmasını istediği kadar taraflar arasında eşitlikten de yanaymış. Ama bu eşitlik zeka ve olaylara bakış açısı gibi entelektüel düzeydeymiş. Bu bakımdan Lizzy ve Mr. Darcy'nin birbirlerinin dengi olmasına dikkat çekmiş araştırmacı.
Yazar diyor ki; Jane Austen'in büyük bir yazar olarak görülmesindeki alametifarika yazdığı olaylar değil bunları yazış şekli ve okuyucuların dikkatini daima eser üzerinde tutabilme becerisiymiş.
Austen'in eserlerini yazarken değil ama yaşarken feminist olduğu da tezdeki düşünceler arasında. Onun evlenmemesi topluma karşı bir başkaldırı olarak yorumlanabilirmiş. Jane Austen'de başkaldırı arama timi yine iş başında!
Evet, benim yazacaklarım bu kadar. Şimdi gideyim de kendime beni buhranlara sürükleyecek bir tez konusu arayayım.