28 Aralık 2024 Cumartesi

Gurur ve Önyargı Gibi Bir Şey

Selamlar, kitap kulübü toplantıları dışında bir şey yazmadığım blogumda bir tiyatro oyunu konuşmaya geldim. 


Yıllardır Türkiye dışında oynanan Jane Austen uyarlaması oyunlara ağzının suyu akarak bakan bana büyük bir şok oldu bu oyunun haberi. Aslında oyunun tanıtımını görünce beklentim epey düşmüştü ama bu beni bilet almaktan alıkoyamazdı elbette. Şu nadir ay/ güneş tutulmaları gibi bir şeydi, ömürde 1-2 defa denk gelir cinsten.

Uyarı: bir sonraki paragraf oyundan bağımsız uzunca bir yakınmadır. Kimsenin derdini dinleyemem ben yedim de geldim diyenler sonraki paragrafa cisimlensin rica ederim.

Yazıya başlamadan önce bir hususta sızlanmadan geçemeyeceğim: Zaman! Oyun 3 saate yakın sürdü buraya kadar üzülecek bir şey yok hatta bu bizi ancak ve ancak sevindirebilir fakat tiyatronun salı günü 21.00'de olması, oyunun yaklaşık 20 dk geç başlaması, ne kadar süreceği belli olmayan (yaklaşık 20 dk sürdü) bir ara verilmesi yıpratıcıydı. Bir oyun izlemek için -yağmurlu bir günde iş çıkış trafiğinin şahlandığı İstanbul gerçeğini de hesaba katarsak- hayatımızdan en iyi ihtimalle 5 saat veriyor olmak beni çok yordu. Düşünüldüğünde bu yalnızca bu oyunun değil tüm etkinliklerin bir gerçeği ama izleyicinin hiç düşünülmemesi beni üzüyor gerçekten. Çoğu insan oyunun sonunu beklemeden çıktı. Muhtemelen kullanacakları toplu taşımanın son saatine yetişmeye çalışıyorlardı. İzleyici bunu göze alarak gelsin geliyorsa gibi bir yorum yapılacaksa da hiçbir zaman etkinliklerde süre belirtilmediğinin altını çizmek isterim. Hoş, belirtilse de genellikle o süreye uyulmuyor. Keyifli vakit geçirmek istediğimizde bu omuzlarımıza neden fazladan yük olarak dönüyor bilemiyorum.

Aman ne biliyim ben! (Biraz düşününce hak veren kadın karikatürünün ağzından)

Salona girdiğimizde, 'yanından geçerken poğaçaya zeytin diye fısıldamışlar' bahsindeki meşhur poğaçanın içindeki zeytin miktarı kadar bulunan erkeklerin neye uğradıklarını şaşıran bakışları hepimizi eğlendirdi. Salonun neredeyse tamamı kadın izleyiciden oluşuyordu ve oyun Hanımlar ve Hanımlar hitabıyla başladı.

Başlamadan önce şunu belirtmeliyim ki Gurur ve Önyargı'ya hakim değilseniz hatta uyarlama dizi ve filmlerini izlemediyseniz oyundan zevk almakta zorlanabilirsiniz. Fakat bu blogun okurlarının endişe edeceği bir husus değil diye düşünüyorum.

Oyuna kusursuz bir roman uyarlaması beklentisiyle giderseniz de biraz üzülmeniz muhtemel. Anlamsız görgü kurallarının, şaşalı lafların, zarafetten kırılmaların olmadığını üzülerek bildirmek isterim.

Oyunda içi boşaltılmış slogan söylemler olacak diye ödüm kopuyordu ama başlar başlamaz bu korkumun yersiz olduğunu anladım.

Tanıtımda sanki hikaye hizmetçiler üzerinden yeniden kurulmuş gibi algılamıştım ama öyle de olmadı. Oyuncular birden fazla karakter canlandırarak asıl hikayeyi de olduğu gibi anlatıyor. 

Tüm oyuncular kadın. Söz konusu Jane Austen uyarlaması olunca gözler erkeklerin bir meta(!) olarak kullanılmasını aramıyor değil ama iyi oyuncular bu acının üstesinden gelmenizi kolaylaştırıyor. Bir kadın oyuncu da canlandırsa Mr Darcy yine Darcy yine Darcy!

Yazının bu kısmında spoilerlı hava sahasına giriyoruz. Oyunu izleme niyetiniz varsa burada vedalaşalım. Sincerely, Austenzede...

Oyunun roman karakterlerinin iyi analiz edilerek yazıldığı anlaşılıyor. Hatırıma gelmesini dahi istemediğim, şimdilik, bu seferlik, bu yazı için, bir kereliğine zihin sarayımdan çağıracağım, o korkunç (Rabbim bir daha yaşatmasın) İkna uyarlamasındaki gibi Austen'in en olgun karakterini patavatsız bir şahsa büründürmemişler. 

Oyunda en sevdiğim şey Bay Bennet'ın bir bitki olarak gösterilmesiydi. Sahneye her çıktığında kahkaha attım. 

En sevmediğim şey ise şarkılardı. Özellikle en son söylenen rap formundaki şarkının gözlerimi yaşarttığı gerçeğini de sizden saklayamayacağım. 

Oyunda dikkatimi çeken ve sevdiğim anları şu şekilde listeleyebilirim:

- Şimdi ismini anımsayamadığım bir karakterin "Eğer gündeminiz balo değilse, balodan bahsetmiyorsanız, balodasınızdır." cümlesi.

- Bay Darcy'nin Lizzy'ye "Gözleri de ayrı kültürlü" diyerek oyunun kendi ritmince romandaki "kahverengi göz hayranlığı"na yapılan atıf. (Evet tamam vurmayın cümlenin Bay Darcy'ye yakışmadığının ben de farkındayım ama açıklayabilirim lütfen izin verin oyun içinde hiç de sırıtmıyordu valla bakın izleseniz hak verirsiniz siz de evet aynen)

- Mary'nin eteğinin rüzgar yapması nedeniyle Bayan Bennet'ın zavallı sinirlerinin hoplaması.

- Caroline Bingley'nin Lizzy'ye "Uzun mesafe yürüyüşçüsü" diye seslenmesi.

Özetle izlerken eğlendim ve 3 saat nasıl geçti anlamadım, Sosyal medyaya bakasım gelmedi diyeyim ben, siz oradan hesap edin. 

Jane Austen uyarlamalarının ülkemizdeki sayısı artar umarım diyerek sözlerime son veriyorum. Oyunu izleyen varsa bana mutlaka yazsın. Neler düşünüyorsunuz merak ediyorum.

Şimdilik hoşça kalın!

Not: 3 (üç) tane okuru olan benim de belirtmem gerekiyor mu bilmiyorum ama yazıda reklam yok. Yalnızca Jane Austen seven bir okurun sayıklamalarıdır? yeminle? ant verdim? arz ederim? hakim bey?

Jane Austen Kitap Kulübü #39 Boyalı Peçe

Jane Austen Kitap Kulübü 39. toplantısını 14 Aralık 2024 Cumartesi günü 21.00'de gerçekleştirdi. 

Yasal olmayan uyarı: yazı spoiler içerir.

Romana dair ilk eleştirimiz kısa olmasıydı. Uzun olmak Bir Hanımefendi'nin Portresi'nin değil Boyalı Peçe'nin hakkıydı(!)

Kitap tüm kulüp üyelerinin beğenisine mazhar olmuştu. Normal şartlar altında aldatma/ yasak aşk temalarını okurken ruhu sıkılan ben dahi sevmiştim. Yine karakter gelişimlerini tam olarak okuyamamak ya da karakterleri etraflıca tanıyamamak tadımızı kaçırmıştı.

Ana karakterimiz Kitty ve Gurur ve Önyargı'daki Kitty karakterlerinin benzerliğinden bahisle toplantımızı başlattık. Kitty'nin "eş seçme" sürecinden insanların partner seçimlerini neye göre yaptıklarını masaya yatırdık. Geçmişte okuduğumuz romanlardaki evlilikleri karşılaştırdık. 

Bir süre Walter'a üzülme molası verdikten sonra Kitty'nin ilk defa dürtüsel davranışını evlilikle kendisini "güvence altına aldıktan" sonra gerçekleştirmesi üzerine konuştuk. Eş seçiminde kimseye karşı herhangi bir duygu hissedemezken bunu ilk olarak Walter ile evlendikten sonra başkasına karşı duyuyordu.

Yine her zamanki gibi hikayeyi Kitty değil de Walter'ın gözünden deneyimlesek nasıl olurdu'yu hayal ettik.

Bir müddet de Kitty'nin babasına üzülme molası verdikten hemen sonra Kitty'nin evinde baba figürüne saygı duyulmazken kendi evliliğinde Kitty'nin de partnerine saygı duy(a)mamasını masaya yatırdık. 

Walter karakteri uzun zamandır okuduğumuz en ilgi çekici karakterlerden biri olmasına karşın onu pek az tanıyabilmemize hayıflandık bir süre daha.

Walter'ın veba salgının olduğu bir yere Kitty ile birlikte gitme ısrarının intihar mı yoksa cinayet mi olduğu üzerinde uzunca durduk. Her yönüyle hem kalp kırıcı hem de kan dondurucu oluşuna şaşırdık.

Boyalı Peçe isminin nereden geliyor olabileceği, sömürgecilik ve romandaki karakterlerin Çinlilere bakış açısı üzerinde de bir süre konuştuk.

Kitabın sonunun hayata benzerliği ile hepimizi hayal kırıklığına uğratması ve sonunun kendimizce nasıl olması gerektiği ile ilgili de konuşmadan edemedik. 

Toplantının en vurucu anı ise Walter'ın son sözü "Asıl ölen köpekti."nin ne anlama geldiğinin sorulmasıydı. Anımsamak için burada da durması üzerine açıklamayı yazıyor ve yazıya son veriyorum. Bir sonraki kitabımız Daisy Miller!

Açıklama Berna'dan geliyor. Bu söz Oliver Goldsmith'in "An Elegy on the Death of A Mad Dog" isimli şiirinden bir alıntıdır. Şiirde, iyi bir adamın köpek tarafından ısırılması anlatılır. Herkes adamın öleceğinden emindir ancak köpeğin ani ölümü herkesi şaşırtır. Boyalı Peçe'de Walter 'dog' Kitty 'man' metaforunda yorumlanmıştır. Köpek ve insan kavga ettiğinde herkes köpeğin kuduz olduğunu ve adamın zehirden öleceğini düşünür. Ama sonra görülür ki adam ve yaşar ve köpek ölür. Walter ve Kitty kavga edip de Walter delirerek Kitty'yi salgın bölgesine sürükler. Herkes Kitty'nin ölmesini bekler ama asıl Kitty'nin zehri Walter'ın ölümüne sebep olur. Sonuçta o bölgeye gitmelerinin sebebi Kitty'dir.

Jane Austen Kitap Kulübü #38 Hamnet

Jane Austen Kitap Kulübü 38. toplantısını 17 Kasım 2024 Pazar günü gerçekleştirdi. Bu toplantıda Maggie O'Farrel'dan Hamnet konuştuk. 

Toplantıya başlamadan önce hemfikir olduğumuz iki husus vardı. Bunlardan ilki romanı okuma deneyiminin zor oluşuydu. Zaman atlamaları anlamayı çok zorlaştırıyordu. İkincisi ise hikayenin yüreğimizi dağlaması, bizi tarumar etmesi ve mendili elimizden düşürmemize fırsat vermemesiydi. Daha önce aynı yazardan başka bir roman da okuduğumuz için artık şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yazar duyguları okura geçirme konusunda maharetli.

Toplantıya tabii ki Shakespeare'den ilhamla yazılan bu kurgu romanda onun adının hiç geçmemesi ve Agnes'ın etkileyici yaşamı üzerine konuşarak başladık. Konuştuğumuz eserlerde insanların, zamanların, mekanların hatta gerçekliklerin değişimi fakat kadınların hayatta mücadele ettikleri unsurların değişmemesi üzerine bir iki laf söylemeden de geçemedik elbette.

John'un kendisine bambaşka bir yaşam kurarken Agnes'ın kaldığı yerde yalnızlıkla, toplumla, doğumla ve ölümle mücadelesinin görkemi ve eziciliği karşısında etkilenmiştik hepimiz de.

Toplantının devamında hikayede bir şey anlatılmadan önceki uzun girizgahlar bizi yorsa da vebanın hikayeye dahil ediliş biçimin hepimizi etkilemesi üzerine konuştuk bir müddet de. 

Yan karakterlerin hikayeye olan etkilerinden de bahsedip toplantımıza son verdik.

Okuması ve takip etmesi zor bir hikaye de olsa genel olarak sevdiğimiz ve hızlıca bitirdiğimiz bir eser oldu Hamnet.

Son olarak şunu da eklemeliyim ki kişisel olarak beni zorlayan bir eser oldu Hamnet. Kayıp ve yas teması bir kenara ikizi olan bir kişi olarak hikayenin onlar etrafında dönmesi ve onların hissettiği duyguları deneyimin gözünden görmek hırpalayıcıydı. Yine de şikayetim yok. Okuma yolculuğunda yalnız olmamanın gücü pansuman etkisi yaratıyor.

Bir sonraki kitabımız Boyalı Peçe.

Sincerely!

Austenzede...