Finallerin bitimi kendimi hunharca filmlere boğma isteği uyandırır bende nitekim bu sefer de öyle oldu. İçinde Emma geçiyor diye ablam tarafından önerilmiş filmi izlemeye karar verdim. Yaklaşık 50 filmlik bir listemi hiçe saydım Bay Knightley bunda büyük bir etken olabilir :D
Film çok nahif. İhtiras, saklanan gerçekler, kandırılan insanlar gibi şeyler yok filmde. Başrol karakter Emma'nın bir kitabevi var ve kendisini dibine kadar romantik olarak tanımlıyor. Olaylar kitabevinde işlerin yolunda gitmeyişiyle başlıyor. Film aşırı güzel olmamakla birlikte içinde öyle ayrıntılar var ki insanı canevinden vuruyor. Emma her zaman mutlu sonlara ve gerçek aşkı bulacağına inanan bir kız. Filmde fark ediyoruz ki aslında gerçek aşkın bir formülü yok. Yani kabaca herkesin true love'ı kendine! Tüm kitapların ağız birliği ettiği o beyaz atlı prens hepimizin hayallerini süslese de yalnızca sayfalarda kalmaya mahkum. Mağazada loş ışık altında satın aldığınız elbisenin gün ışığına çıkınca bir şeye benzememesi gibi de diyebilirsiniz. Bu her açıdan iyi. Bir kere geleceğe yönelik umutlarımızın ömrü açısından beni yüreklendirdi. İkincisi beyaz atlı prens de öyle kolay bulunmuyor zaten :D Ve aslında filmi bitirdikten sonra şunu anlıyoruz ki romantik insanlar yalnız kalmaya mahkumdurlar. Çünkü onlar romantiklik fikrini severler. Kitaplarda ağızları kulaklarına vararak okudukları aşk sayfaları gerçek hayatta pek bir şey hissettirmeyebilir. Belki de en iyisini sürekli okudukları için onlara artık sıradan geliyordur kim bilir? Ben kendimi romantik olarak tanımlayamam ama söz konusu Jane Austen'se kusursuz bir romantik olabiliyorum. Ama ağdalı aşk sahneleri midemi bulandırır. Romantik erkek fikri yalnızca kitaplarda iyi gelir bana. Gerçek hayatta sürekli şiirler okuyan her fırsatta aşk cümleleri söyleyen her görüşmede çiçek alan erkek ne bileyim ıııı :D:D
Filmde en sevdiğim sahne esas oğlanın sürekli çiçek göndermesine karşılık bir karakterin "niye o bahçıvan mı?" demesi. İşte tam olarak romantikliğe bakış açım diye içimden geçirmekten kendimi alamadım. Eskiden izlediğim bir dizide bir yardımcı erkek oyuncu bir kadına asla buket çiçek götürmeyeceğini çünkü kökü olmayan şeyleri ona çok hüzünlü geldiğini söylüyordu, canım yardımcı erkek oyuncu! :):) Kesin romantik olacaksa yani başka çaresi yoksa bari bundan olsun :P
Etkilendiğim diğer bir cümle "sevdiğim bir kitabın ilk kez okunacak olmasını çok kıskanıyorum" oldu. Ah Gurur ve Önyargı'yı tekrar ilk kez okuyabilmek için neler vermezdim... İşte böyle film kafamı biraz allak bullak etti.
İzninizle affınıza sığınarak toplumsal cinsiyetin dibine vuruyorum ve ekliyorum romantik erkek olmuyor arkadaş! Neyse düşüncelerim daldan dala kondu en iyisi ben biraz daha düşüneyim belki romantik miyim değil miyim bir karara varabilirim. Son olarak eğer ben bu filmde olsaydım kitabevinde en güzel kitapların arkasına yanlışlıkla düşmüş ve sahibinin bile orada olduğunu unuttuğu bir ders kitabı olurdum.
Bir de filmi izlemek için şöyle bir neden var belki ilginizi çeker hani olur ya!
kökleri olmayan şeyleri hüzünlü bulan Yul değil miydi?? <3
YanıtlaSilzevklerimizin bu denli benzeşmesi ve aynı sözlerin benliğimize kazınmış olması bu bloğu okumayı daha da zevkli kılıyor. Keşke jane austen takıntım daha erken başlamış ve sizi daha erken tanımış olsaydım.
yorumunuz sayesinde ben de yazıyı tekrar okudum unutmuşum yazdıklarımı :D ve evet o kişi Yul Goon'dan başkası değil!! olsun hiçbir şey için geç değil hiç tanışmamış da olabilirdik :) zevklerimiz uyuşuyorsa diğer yazılarda da fikirlerinizi yorum olarak bırakmaktan kendinizi alıkoymayın ben zevkle okurum :)
Sil